OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Acıların kadınında bizi çeken neydi?

Yıllar yıllar önce bir güzellik yarışmasında “jüri üyesi” iken, ön elemeye katılan genç kızların hemen hepsinin, “en son okuduğunuz roman” sorusunu “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” diye yanıtladıklarını fark etmiştim.

Biraz kurcalayınca aslında romanı okumadıkları gibi yazarının adını çıkarmakta zorlananlar olduğunu da görmüştüm.

Bunu romanın adı hoşlarına gittiği için mi söylüyorlardı yoksa o yıllarda yaşları 18 – 21 civarında olan bir grup genç kadın için “entelektüel” görünmenin şartlarından biri böyle afili isimleri olan kitaplardan söz etmek miydi, bilemiyorum.

Bundan dört beş sene önce de magazin dünyamızın çok fazla evlilik yapmasıyla tanınan bir kadın kahramanının kendisiyle yapılan bir söyleşide “Birisinin yerine geçmek istese kimi seçeceğini” sorusuna “Frida Kahlo” yanıtını vermesi dikkatimi çekmişti.

Hayatının önemli bölümünü tarifsiz acılar çekerek, korseler içinde geçirmiş, ölmeden önce bir bacağını da kaybetmiş bir kadının yerine geçmeyi bir insan niye hayal eder sorusunun yanıtını hala bulabilmiş değilim.

Kuşkusuz ki derinlemesine yapılacak bir psikanalisttik inceleme bu sorunun yanıtını bulmamı sağlayabilirdi ama sonuç olarak ben de sıradan bir gazeteciyim, psikiyatri nerede, ben neredeyim.

Algıda seçicilik diye bir şeyi herkes duymuştur, sanırım benim algım da o gün o söyleşiyi okurken açıldı. Gözümün önünden sanki bir perde kalktı ve farkettim ki Frida her yerde!

İddiaya da girerim ki Lucca’ya, Delikatessen’e, Cantinery’ye filan girip bir anket yapsak en beğenilen ressam Frida çıkacaktır.

Hatta Frida olmasaydı, bir ara çok moda olan üçüncü hamur kâğıda basılmış edebiyat dergileri kapaklarına basacak bir fotoğraf da bulamazlardı!

O günlerde sosyal medyada yayılmış şöyle bir espri de vardı, olay bir edebiyat dergisinin idarehanesinde geçiyor.

–       Kapağa kimi basacağız?

–       Bu ay ölen birisi var mı?

–       Yok.

–       Frida bas!

Geçen sene yılbaşından hemen önce THY’den bir cep telefonu mesajı aldım. Şu kadar miliniz, yılsonuna kadar kullanmazsanız yanacak!

Panik içinde arkadaşım Gazella Tur’un sahibi Velit Gazel’i aradım: Miller gidiyor, yetiş!

“Meksika” dedi, “Frida müzesini filan da gezersiniz!”

 

Gittim ki bir de ne göreyim “aşkın, acının, devrimin kadını” buzdolabı mıknatısı olmuş!

Sanırım Meksika’nın en gözde “merchandising objesi” de Frida.  Kapitalizm gerçekten çok tuhaf bir sistem, kimseye saygısı filan da yok, yeter ki para getirsin!

22 yaşında Meksika Komünist Partisi’ne üye olan ve hayatı boyunca bu idealinden hiç sapmayan Frida, bu kadar ticarileştirildiğini iyi ki öğrenemeyecek.

Meksika denilince son zamanlarda aklımıza ilk gelen şeyler suç kartelleri, uyuşturucu kaçakçıları, gözünü kırpmadan insan öldürebilen tetikçiler filan oluyor.

Sinema ve dizi endüstrisi kendi gerçeğini inşa ediyor, her yeni film ve diziyle de o gerçeğin üzerine bir taş daha konuluyor.

Meksiko City’ye indiğimizde bizi karşılayan özel rehberimiz Mayra, esmer üzerine hoş bir genç kadındı.

Havaalanından otele giderken fark ettim ki Meksika ile ilgili bilgilerimin düzeyi dizilerden ibaretti, aynı şekilde Türkiye de onun için televizyon dizisi platosuydu!

Velit, gittiğimiz her yerde bir rehber ayarlamıştı. İlk başlarda buna gerek var mı diye düşünmüştüm. Sonuç olarak okuma yazmam var ve internette ya da kitapçılarda kolayca bulunan turistik rehberler yeterli olur diye aklımdan geçirmiştim.

Yanılmışım, Meksika’yı bir tura katılmadan gezmenin en garantili yolu bu işi profesyonel bir rehber ile yapmakmış. Bunu sokaklarda üzerine ağır makineli tüfekler yerleştirilmiş pikaplarla, simsiyah kar maskeleri takmış, kurşun geçirmez yelekler giymiş polislerin devriye gezdiği sokaklarda daha iyi anlıyor insan. Bu vesileyle Chichenitza ve Merida’da bilmediğimiz bir tarihi, öğretmen sabrıyla anlatan rehber Angel Gongora’yı da anmış olayım.

Frida Kahlo’nun evi, sanıyorum dünyanın en çok ziyaret edilen özel mekanlarından biri.

Randevuyla gezebilmek mümkün, randevu saatini kaçırırsanız yeniden randevu almanız gerekiyor.

“Mavi Ev” olarak biliniyor, bazı filmlerde rastlamış da olabilirsiniz.

Evde Frida’ya ait 300 küsur parça eşya sergileniyor. Bildiğimiz sıradan ev eşyaları işte. Evdeki yatakların tek kişilik olması dikkatimi çekti. Bildiğimiz kadarıyla Frida’yı sürekli aldatan (bunlardan biri de Frida’nın kız kardeşiydi) “hain kocası” Diego enine boyuna bir tipti, nasıl sığdılar diye merak etmediğimi söyleyemem.

“Birisinin yerine geçebileceksem o Frida olsun” diyen magazin figürümüzün Frida’nın hiç çıkartamadığı çelik ya da ahşap korselerini de görmesini isterdim. Acaba onları görünce fikrini değiştirir miydi?

O evi gezerken Frida’nın nasıl olup da Türkiye’de bir popüler kültür ikonuna dönüştüğünü düşündüm.

Yeni Türkiye’nin itilmiş ve ötekileştirilmiş kentli Türkleri, Frida’nın şahsında kendi acılarını mı ifade ediyorlar diye aklımdan geçirdim.

Değiştirmeye gücünün yetmediği sıkıntıların yol açtığı acıları bastırmak için daha kuvvetli bir acı arayışı mıydı bu?

Seneca, Stoacı ahlaka inanırdı: Doğaya uygun yaşa, gerekenden fazlasına tamah etme. Kendi kendine yeterli ol. Hayatın sana sunduğu hazlara ve acılara karşı tarafsız kal; bunların duygularını, düşüncelerini etkilemesine izin verme!

Dışımızdaki dünyanın bize verebileceği acıları, üzüntüleri, beklenmedik talihsizlikleri öfke nöbetleriyle karşılama.
Öfke acıyı artırır, hayatı daha da çekilmez hale getirir.
Sakince düşünürsek, düş kırıklığına neyin sebep olduğunu anlarız ve ona katlanmamız, onu yenmemiz, durumu değiştirmemiz kolaylaşır.
Acaba bu Frida Kahlo takıntımızın nedeni, sorunlarımıza Senecacı bir açıyla yaklaşıyor olmamız mı?

“Dışımızdaki dünyanın bize dayattığı acılar vız gelir, gerçek bedensel acılarla bile mücadele edebiliriz” diye haykırmanın adını Frida Kahlo mu koyduk?

Soruyorum ama doğru yanıtı bildiğimi de iddia edecek değilim.

Bütün bu Frida macerasının bana öğrettiği şu ki Meksika harika bir ülke.

Meksiko City, onca kalabalığına, zaman zaman ürkütücü olabilen polislerine rağmen görmeye değer bir kent. Biz Four Seasons’da kaldık, fiyat – kalite dengesi arayanlar için biçilmiş kaftan. Kentin merkezinde ve iç bahçeye geçtiğinizde bambaşka bir dünyadasınız hissi uyandırıyor.

Gerçek bir cangılın içinde kaybolmak gibi Indiana Jones hayalleriniz varsa Chichenitza’daki Maya Otel ve Tulum’daki çadır otel Nomad tam da bunun için.

Meksika mutfağını tanıdığımı düşünürdüm. Tanıdığımı zannettiğim şey, Amerikanlaştırılıp ehlileştirilmiş bir mutfakmış.

“Acıyı severim” diye övünenlerin, bu sözü Meksika’da bir garsona söylemeden önce iki kere düşünmelerini önereceğim.

————————————–