Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Adana’ya gidek mi, kebabından yiyek mi?

Adana’ya gidek mi, kebabından yiyek mi?

Bu soruya “he ya gardaş gel gidek” yanıtını veriyorsanız, iki olasılık var. Ya bu türküyü biliyorsunuz ya da ağzınızın tadını!

Böyle bir türkünün varlığından tiktok sayesinde haberdar olmuştum. Akışta karşıma ne zaman çıksa aklıma üniversiteyi bitirdiğim yıl geliyor.

Üniversiteyi Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudum. Bu mesleğe başladığımda da orada öğrenciydim. Yani ilk gençlik yıllarımın iki hayalini de gerçekleştirebilmiş, mutlu bir insandım! Hep hayal ettiğim okulda okuyor, rüyalarını gördüğüm mesleği yapıyordum.

Son sınıfa geldiğimde kafam biraz karıştı.

Okul çevremdeki herkes bir sınava girmek peşindeydi: Maliye müfettişliği, hesap uzmanlığı, DPT, Hazine MİİT, banka ve kurum müfettişlikleri, kaymakamlık, Dışişleri meslek memurluğu gibi kariyer mesleklerinin giriş sınavları.

Bir mesleğim zaten olduğuna göre niye sınava gireyim diye düşünüyordum ama bir yandan da kendimi sorguluyordum: Acaba hata mı yapıyorum?

Sonunda rahmetli Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın da ittirmesiyle o zamanki adı Adana İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde İktisat Kürsüsü Asistanlığı sınavına girdim, kazandım ve Yankı Dergisi’nden istifa edip Adana’ya taşındım.

Adana hayatıma o gün girdi, bir daha da çıkmadı.

Kuşkusuz ki cennet vatanımızın birçok güzel köşesi var. Ama şunu söylemeliyim ki Adana farklıdır. Farkı doğal güzelliklerinden, kentin mimari yapısından filan kaynaklanmaz. Öyle bakarsanız Adana’dan güzel daha neler var diye karşıma çıkarsınız, biliyorum.

Adana’yı farklı kılan “renkli” olmasıdır, insanıyla ve adetleriyle renkli bir kent.

Küfürleri bile kendilerine özgüdür, başka yerde duymazsınız.

Yan masada misafirlerini ağırlayan rakibinden daha az hesap ödememek için çabalayanların kentidir. Bileziklerini satıp borç vermeyi reddeden dostunu, işlerini yoluna koyduğunda “10 dene daha” bilezik alarak mahcup etmek için kendi kendine söz verenlerin kentidir.

Üniversite hocalığının bana göre bir iş olmadığını kavrayıp, Ankara’ya mesleğime geri dönene kadar Adana’da yaşadığım altı ay süren kısa zaman içinde dünyanın en renkli insanlarıyla tanıştım. Demirspor’u da tutarım ama bugünkü yönetimini değil, onu da belirteyim.

Diyebilirim ki Adana’da çok gülmeden yattığım bir akşam hiç geçirmedim.

Onun için Adana adını ne zaman duysam gözümün önünden o anılar bir resmi geçit yapar, yüzüme dışardan bakanların anlam veremeyeceği bir tebessüm oturur.

Bugün bir kez daha Adana yollarında olacağım, 12. Portakal Çiçeği Festivali’ne katılıp, “kebabından” yiyeyim diye!

Portakal Çiçeği Festivali, hali hazırda Türkiye’nin tek sokak festivali.

Bizimki gibi bir turizm ülkesinde niye bir tane daha fazla yok?

Bu tür sokak festivallerinin en ünlülerinden biri olan ve her yıl on binlerce turisti bir haftalık süre için kente çeken Rio Karnavalı’nın bir “samba festivali” olarak ilk kez 1917’de düzenlendiğini biliyor muydunuz?

Ya da İspanya’da Valencia yakınlarındaki Bunol köyünün “domates festivalinin” 1945’ten beri düzenlendiğini?

Son festivale 15 bin kişi katılmış, 120 ton domatesi birbirlerine fırlatmışlar, fotoğraflarını sosyal medyada, gazetelerde filan görmüş olmalısınız.

Küçük bir grup genç, eğlenmek için birbirlerine domates atmaya başladıklarında yaptıkları işin dünyanın en renkli sokak festivallerinden birine dönüşeceğini kuşkusuz ki düşünmemişlerdi.

1827 yılında bir grup öğrenci, renkli kostümler giyerek New Orleans sokaklarında dans etmeye başlayarak bir dini bayram olan Mardi Gras’nın çehresini değiştirdiler. Kadınlara boncuk verme ve geçit arabalarının süslenmesi geleneğinin bugün New Orleans için nasıl bir gelir yaratabileceğini de hesaba katmış olmaları mümkün değil. Ama aradan geçen yıllar, bunu sağladı işte.

Adana’da Portakal Çiçeği Karnavalı düzenleme fikrinin babası ki kendisi de Adanalı, Toyota Türkiye CEO’su Ali Haydar Bozkurt.

Şöyle anlatıyor: “Benim için bir gençlik hayalimin gerçekleşmesi, bugün bu kadar büyümesi, herkes tarafından sahiplenilmesi ise tarif edilemez bir duygu. Gelecek 10 yıl değil, 100 yıl sonra da belki hiçbirimiz olmayacağız ama portakal çiçekleri açmaya devam edecek ve bu gelenek belki de binlerce yıl yaşayacak. Hatta bunu ilk kim akıl etti, onu bile anımsamayacaklar. Bazı değerlerimizi yeniden hatırladık. Biz birlikte barış, sevgi ve hoşgörü içinde yaşayan, aynı şarkıya birlikte tempo tutan insanlardık, biraz eski o günleri hatırlatıyor.”

Mardi Gras’ya, Rio’ya, Tomatino’ya bakarsanız, bu sözlerin bir ham hayal olmadığını da görebilirsiniz.

Bu festivali de gelecekte Antalya Altın Portakal Festivali’ne yaptığımız gibi siyasi kavgalara, siyasi küçük hesaplara kurban etmezsek, niye olmasın?

Portakal Çiçeği Karnavalı, Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen, birbirlerini tanımayan insanların yan yana eğlenip, Adana’nın güzelliklerinin tadını çıkardıkları bir ortam sunuyor.

Karnaval süresince 1 milyondan fazla insan Adana’da buluşacak. Bu yıldan itibaren Türkiye Kültür Yolu Festivalleri programında da yer alacak.

Bu yıl Adana, şehir dışından otellerde ve evlerde konaklamak üzere yatılı gelecek olanlar ve çevre il ve ilçelerden günübirlik gelecek olanlar ile toplam 150 bin kişi bekliyor.

Bu yıl, yatılı Karnaval gezgininin kişi başı ortalama harcamasının 8.000 TL civarında olacağı tahmin ediliyor. Konaklama, yeme – içme, eğlence, alışveriş ve benzer harcamaların dahil edildiği hesaplamalarda, yatılı gezginlerin Adana ekonomisine katkısı yaklaşık 1,2 milyar TL dolayında olacak.

Günübirlikçiler ve Adana içinden katılacak olanların yaratabileceği toplam ekonomik değerin 3 milyar lira olması bekleniyor.

Tüm bu rakamlara şehirler arası hava ve kara ulaşımı, şehir içi özel ve toplu taşıma gibi diğer bazı harcamalar eklendiğinde, bu yıl yaklaşık 4,5 milyar liralık “Portakal Çiçeği Karnavalı ekonomisi” oluşacağı öngörülüyor.

Bu rakam her yıl kar topu gibi büyüyor ve Adana’nın bugüne kadar turizmden alamadığı payı almasına olanak sağlıyor.

Cannes Film Festivali ile Antalya Altın Portakal Film Festivali arasında sadece 16 yıl fark var.

İki festivalin dünyadaki etkisini karşılaştırmaya bile olanak yok. Antalya, bugün Cannes kadar şöhretli değilse bunun tek nedeni aklımızı kullanmak ve ortak bir değeri büyütmeye çalışmak yerine birbirimizi yemeyi tercih etmemizdir.

Dilerim ki Adana, Antalya’nın geçirdiği serüvenden kendine dersler çıkarmış olsun.

Her şey atılan bir adımla başlıyor ve Adana o adımı bugün için iyi atmış görünüyor.

12 yılda bu noktaya gelebilmiş olması, 100 sene sonra nerede olabileceğinin işaretlerini de veriyor.

———————————–