Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir düğün gezgininin anıları

Bir düğün gezgininin anıları

Gezmeye çok düşkün olanlar için söylenmiş bir söz var: Ayda düğün var demişler, merdiven nerede diye sormuş!

Son zamanlarda biraz o kişiye benzedim.

Düğün düğün geziyorum. Geziyorum dediysem, gerçekten “gezme” tanımına uyan bir durum da var.

Mesela Dilara’nın düğünü için Rumelihisarı’ndan kalkıp, Fenerbahçe burnuna gittim ki bu hareketim, günümüzde Ay’a yolculukla eşit bir süreye tekabül ediyor desem yalancı çıkmam.

Fenerbahçe burnunu kim planladıysa nur içinde yatsın.

Bir buçuk şeritli bir yol var ve esasen hiçbir yere çıkmıyor.

Geri dönmeye çalışanlar, kapısında “dolu” yazan otoparka girmek için bekleşirken yolu tıkayanlar, illa gideceği yerin kapısının önünde inmesi lazım gelenler filan derken otomobilin içinde sosyal medyaya dalacak bolca vakit buluyor insan.

Senem’in düğünü için ise Leros’a gittim. İnsanlık için kısa olsa da benim için uzun bir yolculuk oldu.

Önümüzdeki hafta da Defne’nin düğünü için şehrin merkezine yolculuk yapacağım ki bu da hatırı sayılır bir yol ve bu kez gideceğim yerde otopark da yok!

Tuğçe için de Haliç kıyısında olacağım ama Sur dışında.

Fark etmiş olduğunuz gibi sadece kızların ismini yazdım. Çetin, Muratcan, Zach ve Murat’ın isimlerini yazmadım, yoksa isimlerini unutmuş filan değilim.

Çünkü bu düğün denilen eğlence türü esasen gelinler için yapılır.

Damadın gıyabında düğün yapıldığını duymuşluğum var da gelinin gıyabında düğün yapıldığını hiç duymadım.

Sadece geçenlerde sosyal medyada bir düğün davetiyesi gördüm, onda sadece damadın adı vardı ama gelinin adı yoktu.

Duygu Asena’yı rahmetle andım, tutuculuğun bu kadarına ne derdi acaba?

Her neyse, o güne özgü olarak “damat” diye de isimlendirilen erkeğin orada bulunuyor olmasının nedenleri var tabii.

Bir kere gelin, bunu tek başına yapamaz. Bir damat tedarik etmek gerekiyor bu yüzden.

Çünkü damadın bu eğlencede yerine getirmesi gereken sayısız görevi de var ki gelin, bunları da tek başına yapamaz.

Gelinin arkasından eteğini tutarak dolaşmak, düğüne gelen misafirlerle çektirilecek fotoğraflarda gelinin yanında durmak, gelinin o an için aklına esenleri yerine getirmek için tetikte olmak gibi görevler.

Bu sadece bizim memlekete özgü bir şey değil, dünyanın her yerinde düğün geline ait bir şeydir ve gelin ne isterse o olur.

Zaten “evlilik yıldönümü”, “sevgililer günü” gibi özel günler de düğünden sonra “gelin” sıfatını kaybetse de kadına ait günlerdir.

Bu özel günleri hatırlama görevi de kadınlarındır, hem de ailedeki tüm kadınların.

Evlilik yıldönümünü unuttu diye karısına sinirlenen erkek hiç duymadım, görmedim ama tersinin çok örneğini biliyoruz.

Zaten davetliler de düğüne gelin için gelirler. Gelinliğini görmek, saçına not vermek, gelinin akrabalarını süzmek için.

Getirilen takılar geline aittir. Hediyeler onun içindir. Toplanan altınlar üzerinde tasarruf hakkı da geline aittir.

İster satar ister saklar.
Düğünün asli konukları da aslına bakarsanız kadınlardır.

Berbere giderler, özel giysiler diktirirler, alırlar, süslenirler, püslenirler. Sanki gelinle rekabete gireceklermiş gibi!

Onların eşleri, sevgilileri de mecburen orada bulunurlar, “sen git düğüne, ben maç seyredeceğim” demek akıllarından geçse bile bunu söyleyecek yürek kimsede yoktur.

Erkek davetlilerin hepsi evde bir kadeh viski koyup, maç seyretmeyi ister aslında ama bu konuda söz hakkı kadınlardadır, kravat takılır, düğüne gidilir.

Bununla da kalmaz, en azından bir – iki dans etmek için masadan kalkmak da gerekir ki bunu canı gönülden yapan erkek çok görülmez.
Zaten pistte de daha çok kadınlar olur, zaten onlar kendi aralarında eğlenmeyi gayet iyi başarırlar.

Erkekler “ağır abi” görüneceğim derken hayattan zevk almayı unuturlar.

Türk düğünlerinin en karakteristik özelliklerinden biri çalınan şarkılardır.
Evlilik birlikteliğinin başladığını herkese ilan eden bir tören yapılırken çalan şarkılar ne yazık ki bu işin ciddiyetiyle bağdaşmıyor.
Şarkıların normal olarak evlilik kurumunu yüceltici, bitmeyecek bir sevgiyi vurgulayıcı olması gerekir ama nerede o şarkılar?
En yakışık almayanı da kuşkusuz ki gelinin kız arkadaşlarıyla birlikte bir yandan pistte zıplarken diğer yandan “Seveceğim gezeceğim. / Görürsün sana neler edeceğim. / Bir yerine bin cezayla hakkından geleceğim senin” şarkısını söylemeleridir.
Gittiğim her düğünde bu sanki bir milli marş gibi çalınıyor ama erkekler gerçekten çok saf, damat uyanıp hemen kaçması gerekirken aval aval piste bakıyor.
Elbette bu şarkıların hepsi nikâh defterinin imzalanıp, evlilik cüzdanının çantaya indirilmesinden sonra çalınır ki zaten damat uyansa da artık kaçamayacaktır.
Not ettiğim şarkılara bakın şimdi, bunlar gerçekten düğünlerde çalınıyor!
“Nasıl istedim istedim deliler gibi. / Sayıkladım hep sıcak sıcak nefesini. / Gel ne olursun gel son defa sev beni.”
Sizce bir insanın düğününde “Son defa sev beni” diyebileceği kim olabilir?
Bir de şuna bakın: “Bu gece gel yarın istersen yine git. / Hatta unut ne varsa verdiğim al götür öyle git. / Eve kokun siner duvarlara sesin. / Hatta unut sen dün gece neredeydin kimle seviştin?”

Düğün gecesi sorulacak soru mu şimdi bu?
“Denizleri aş da gel kurbanın olam. / Kurtar beni buralardan ne olur!”

Düğün gecesi denizleri aşıp gelerek gelini kurtarması istenenin damat olamayacağı çok açık değil mi?
Bir de “fasulye” havası var, düğün gecesi bununla göbek atılıyor: “Seviyorsan candan, / boşan gel kocandan!”
Bu fesatlıklar hep Ajda’nın başının altından çıkıyor, farkındaysanız: “Ben senin yerinde olsam, / ufak ufak uzarım durmam, / pılımı pırtımı toplar giderim!”

Bir düğünde böyle bir öğüt verilir mi insanlara?
Sanıyorum asıl sorun saf aşkı anlatan şarkılarımızın acıklı olmasında.

En çok merak ettiğim şeylerden biri de niye bizim Türk düğünlerini anlatan komik bir filmimiz yok?

Lütfi Ömer Akat’ın filmi var; “Düğün” diye, ağlamaktan gözleriniz şişer.

————————-