OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Hepimizin aşka ihtiyacı var

Erkin Baba da bu kavanoz dipli dünyaya veda etti, hepimizin hayatına dokunarak, arkasında unutulmaz anılar bırakarak.

Ve böylece Türk pop tarihinin en çok merak edilen sorularından birisi de artık asla yanıtlanamayacak: Erkin Koray, John Lennon’a ne söylemişti?

1971 yılının Mayıs ayında, Cannes film festivalinde gösterilen filmlerden biri de John Lennon ile Yoko Ono’nun birlikte yaptıkları bir kısa filmdi: Apotheosis.

Film berbattı, gösterim sırasında bile izleyicilerin tepkisini çekmiş, alay edilmiş, ıslıklanmıştı.

Salonda iki Türk de vardı: Erkin Koray ve Hey Dergisi yazarı Arda Uskan.

Koray, salonda bulunan John Lennon’un yanına kadar gitmiş, kulağına eğilerek bir şey söylemişti.

O sırada kimseye randevu vermeyen John Lennon, bu kısa konuşmanın ardından Koray ve Uskan’a bir randevu verdi. Erkin Koray’ın bu buluşmada yeni şarkısı Mesafeler’i dinlettiği ve şarkıyı dinleyen Lennon’un kendisine Avrupa’da kalması gerektiğini söylediği de anlatılır.

O gün Koray, Lennon’a ne söyledi de bu randevuyu ayarlayabildi, bunu hâlâ bilmiyoruz.

Bununla ilgili soruları ısrarla yanıtlamadı, “benimle mezara gidecek” dedi ve nitekim öyle de oldu.

Erkin Baba, 25 Haziran’da Kanat Atkaya’ya “ne zaman paylaşman gerektiğini yakında anlayacaksın” diye başladığı bir mektup yazmış.

Kanat, mektubu ölümünün hemen ardından biz hayranlarıyla paylaştı. Mektupta şöyle bir bölüm var:

“Her kim ben vefat ettikten sonra ‘Efsane, Şahane Erkin Aga’ vs. (veya tersi) başlıklar altında hakkımda kitap yazarsa, bunun bir hükümet politikası olarak uygulanmakta olan ‘Cumhuriyet değerlerine saldırı’ programı olup olmadığına çok dikkat edilmeli ve yazılanlara inanılmamalıdır.”

Vasiyetine uyuyor ve anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Benim için şarkılarıyla yaşamaya devam ediyor zaten.

Yazının içine John Lennon ve Yoko Ono da kendi arzuları hilafına karıştılar madem, oradan devam edelim.

Geçen haftalarda Kundera’dan aktardığım gibi bir öykü bu çiftin hikayesi: “Bir aşk unutulmaz olacaksa eğer, küçük rastlantılar Assisi’li Francesco’nun omzuna konan minik kuşlar gibi hemen o an kanat çırpa çırpa gökten aşağı doğru süzülmelidir.”
John Lennon ile Yoko Ono’nun hikayesindeki derinlik belki de o küçük rastlantıların gökten aşağıya doğru bir anda boca edilmesinden kaynaklanıyordu.

1966 yılının kasvetli bir Kasım günü Lennon ne yapacağını bilmez halde Londra sokaklarında geziniyordu. O sırada yağmur yağıp yağmadığı ile ilgili bir kayda rastlayamadım.

Sanata meraklı bir gezgin için Londra’da sokaklarda avarelik ederken bir galeriye dalıvermek sıradan bir hareket; en azından benim için öyle.

O gün Lennon da yürürken önüne çıkan bir galeriye girdi.
Karşısına çıkan ilk “eser” çürümesini canlı izleyebilmeniz için öylece ortaya konulmuş bir elmadan başka bir şey değildi.
Galerinin salonu tuhaf objelerle doluydu.
Salonun ortasında yukarıdan gelen bir ışık ile aydınlatılmış bir merdiven vardı.
Merdivene tırmandı, tepede asılı duran büyüteci eline aldı, arkasındaki kağıttaki yazıyı okudu: Yes!
Daha sonra duvara asılı olan tahtanın yanında duran çekiç ve çivilere baktı.
Eserlerin sahibi olan kadına “bir tane çivi çakabilir miyim” diye sordu.
Ufak tefek, tuhaf bir aksanla konuşan kadın “hayır” diye geri çevirdi isteğini.
Galerinin sahibi Lennon’u tanımıştı, kadının kulağına eğildi, “bence izin ver” dedi, “adam milyoner, belki bu parçayı satın alır.”
Kadın “tamam” dedi, “5 Penny’ye çivi çakabilirsin.”
John Lennon ile Yoko Ono arasındaki ilişki işte böyle başladı.
Yıllar sonra bir röportajında büyütecin arkasındaki kağıtta okuduğu “yes”in hayatını değiştirdiğini anlatacaktı:
“O sıralar insanların avangart sanattan anladığı balyozla piyano kırmak, heykelleri yıkmak gibi şeylerdi. Her şey anti, anti, anti! Sıkıcı, negatif, boktan işler. Ama işte o ‘evet’, beni elmalar ve çivilerle dolu o galeride tuttu.”
Tanıştıkları o ilk anda gözleri birbirine kilitlenmişti.
“Bugüne kadar aşkın ne olduğunu bilmeden aşk şarkıları yazmışım” diyordu.

Nitekim, pop müzik tarihinde özel bir yeri olan “All you need is love” bu aşkın en heyecanlı günlerinde yazıldı.

Kaderin bir cilvesi mi bilmiyorum, Erkin Baba’nın öleceğini hissedip Kanat’a mektup yazdığı gün ile aynı günde, 25 Haziran günü (1967) televizyonlardan uydu aracılığıyla canlı olarak yayınlanan ilk şarkıydı.

Lennon şarkının sözlerinin basit olmasına özel bir önem vermişti, çünkü şarkı aynı anda 400 milyon kişiye canlı olarak ulaşacaktı.

Fransız milli marşının bir bölümüyle başlıyor, Beatles’ın She Loves you, Bach’ın Invention No.8 Fa Majör, Glenn Miller’in In the mood’undan yapılan küçük müzikal alıntılarla sona eriyordu.

John, içinde Yoko’nun olmadığı bir an bile geçirmemeye o anda karar vermişti.
“Yoko’ya âşık olduğumu hemen anladım. Aman tanrım! Bu bildiğim her şeyden farklıydı. Bambaşka bir şey. Hit şarkılardan, paradan, altından her şeyden fazlası. Anlatılmaz bir duygu.”
Beatles’ı dağılmaya götürecek kara kedi rolünü oynamak Yoko’ya düşmüştü ama aslında her şey Lennon’un aşkından kaynaklanıyordu.
Stüdyoda kayıt sırasında bile el ele, diz dize, göz gözeydiler.
Lennon, “birini seversen hep yanında olmasını istersin” diyordu, “fazla vakit geçirmek gibi bir kavram olamaz.”
Hayatının kadınını bulduğunu düşünen bir erkeğin ne işi vardı, sap arkadaşlarıyla barlarda, bilardo salonlarında?
Bir erkeğin hayata bakışını, hayat içindeki duruşunu en çok etkileyecek şey aşık olduğu kadındır.
Bunu kim bilir kaç kere yazdım, hatırlamıyorum.
Yoko ile tanışana kadar Lennon lanet bir serseriydi. İlk eşi Cynthia’yı herkesin içinde hırpalıyor, dövüyordu.
İçinde bir türlü bastıramadığı bir yanardağ vardı sanki.
Beatles’in menajerinin onlara biçtiği “iyi giyimli, tatlı çocuklar” rolü boğazını sıkıyordu. Stüdyoda kaydettikleri şarkıları bir daha asla dinleyemiyor, hiçbir şarkı içine sinmiyordu.
Yoko Ono’ya duyduğu aşk, onu değiştirdi!
Şöyle anlatmıştı: “Ben aslında hiçbir zaman o hırt sokak çocuklarından olmamışım meğerse. Hep Elvis Presley ya da Marlon Brando olmak istedim. Biraz maço ama hassas. Ben James Dean olmak isterken, Yoko, içimdeki duyarlı şairi, Oscar Wilde’ı açığa çıkardı.”
Sadece Beatles hayranlarının değil, birçok kişinin nefret objesi sayılabilecek Yoko Ono, değişik bir kadındı.
1933 yılında doğmuş, savaş başlayınca ailecek Tokyo’dan kaçıp, taşrada küçük bir eve sığınmak zorunda kalmışlardı.
Erkek kardeşi Keisuke o tarihte 4 yaşındaydı, Yoko ise 7.
Açlıktan karınları guruldarken Yoko, Keisuke’ye bir oyun oynamayı önerdi: Yemek hayal edelim!
Keisuke’nin ilk tercihi dondurmayı geri çevirmişti, “hayır, dondurma tatlı, Tabii ki önce çorba ile başlamalıyız.”
Güzel yemeklerden oluşan hayali ziyafetlerle karınlarını doyurmayı da öğrenmişlerdi.
Böyle ilginç bir kadındı Yoko.
Aşkın her şeyin üstesinden gelecek yegane güç olduğuna inanan iki insan, bir tesadüf ile karşılaşmış, “ölüm onları ayırana kadar” da aşklarından hiçbir şey eksilmeden el ele yürümüşlerdi.

Evet arkadaşlar, love is all you need! Kör olası çöpçüler onu süpürmeden!

—————————————-