Doğu Afrika ülkesi Ruanda’da yaşayan Callitxe Nzamwita’nın (71) ciddi bir sorunu var: Kadınlardan korkuyor!
Hayır, bu korku, biz sıradan erkeklerin “hayatının kadınından korkması” gibi normal bir durum değil.
Bu hastalığa “jinofobi” adı veriliyormuş ki ben de ilk kez duydum.
Kadın görünce panik atak geçirme, aşırı terleme, kalp atışının hızlanması, nefes darlığı gibi belirtileri var.
Nzamwita, yanlışlıkla da olsa bir kadın ile karşılaşmamak için evini 4,5 metre yüksekliğinde çitlerle çevirmiş.
Hayatı boyunca bir kadın ile birlikte olmamış, tek başına yaşayan nemrut bir ihtiyara dönüşmüş.
Komşu kadınlar haline acıyıp yemek filan bırakıyorlarmış ama Nzamwita bahçe kapısında bir kadın gördüğünde eline ne geçerse fırlatıp, evine saklanıyormuş.
Bu hastalık bir “sosyal fobi” türü. Kalabalık yerlere girmekten korkmak gibi, açık havada kalmaktan korkmak gibi.
Öz güven eksikliğinden kaynaklanıyor. Hata yapmaktan korkmak, aşırı çekingen kişilik, kendini yetersiz hissetmek gibi nedenlerle insan böyle bir sosyal fobi sahibi olabiliyormuş. Ve insanlarla ilgili her şey gibi bunun da bin tane nedeni olabilirmiş. Aşırı baskıcı ebeveynlerden tutun da çevresel ve fizyolojik nedenlere kadar…
Doğrusunu isterseniz Nzamwita’nın sorununun nedenlerini öğrenmek için kaynak ararken bir kafa karışıklığı da yaşadım. Ruandalı garip adam ile bizim sosyal medya imamlarının aynı hastalıktan mustarip olduklarını zannettim.
Öyle değilmiş. Jinefobinin, kadın düşmanlığı anlamına gelen ve kendisini kadınlara karşı nefret, saygısızlık ve aşırı ön yargı ile gösteren “misojeni” ile karıştırılmaması gerekiyor, aklınızda bulunsun.
Rahmetli anneannem sağ olsaydı, jinofobikler için “zararları kendilerine” deyip, geçerdi. Ama kadın düşmanlarının zararı toplumdaki bütün kadınlara ki acı sonuçlarını hemen her gün görebiliyoruz.
Ve doğal olarak misojeni de her kötülük gibi kendi karşıtını üretiyor.
Pauline Harmange, 28 yaşında, “Erkeklerden nefret ediyorum” adıyla Türkçede de yayımlanan bir kitabın yazarı. İsminden de anlayabileceğimiz gibi bir kadın yazar. Cinsiyetini de belirttim çünkü bazen erkeklerden nefret etmek için kadın olmak da gerekmiyor, en azından ben böyle düşünüyorum diyeyim.
Harmange’nin çok genç sayılabilecek bir yaşta adını dünyaya duyurabilmesini sağlayan kitabının ilk baskısı sadece 400 adet yapılmış.
Ancak kitabın, bir anda dünyanın önemli yayınevlerini peşinden koşturmasının nedeni bu provokatif ismi.
Kitabın ilk baskısının ardından Harmange’ye karşı başlatılan sosyal medya linçi ve her devlette en az bir tane bulunabilecek Devlet Bahçeli tipi bir adamın ceza tehdidi, dikkatleri bu kitabın üzerine çekti.
Bir genç yazarın ilk eseri olarak unutulup gidecek kitap, sosyal medya psikopatları sayesinde adını iyice duyurdu.
Harmange’ye hakaret ve destek için atılan sosyal medya mesajlarının sayısı, kitabın ilk baskısı olan 400’ün kat be kat üzerindeydi.
Yani kitabı okuyup, ne anlattığını bilenlerden çok daha fazla sayıda insan kitap için yorum yaptı.
Hayır, olay Türkiye’de geçmedi, Fransa’da cereyan etti ve çağımızda bu çok makbul bir tutum.
Biliyorsunuz sosyal medyada makbul olan şey özellikle de bilmediğiniz konular için, tanımadığınız insanlara hakaret etmektir. Hakaret edileni çok olanın, destekçisi de haliyle çok oluyor.
Harmange’nin bu kitabı yazmasının nedeni, dış görünüşleri itibariyle insana benzeyen ancak bildiğimiz hayvanlar aleminde de karşılığının bulunabilmesi mümkün olmayan birçok yaratık ile karşılaşmış olması.
Harmange, tecavüz mağdurlarına destek olan bir dernekte gönüllü olarak çalışmış.
Ne tür vakalar gördüğünü, nasıl acıları paylaştığını tahmin etmek ve gözümüzde canlandırmak istemeyiz diye düşünüyorum.
Yazar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine bağlı cinsel şiddetin “yapısal” bir durum olduğunu düşünüyor ve buna tepkisini psikolojideki “misandry” kavramı ile ortaya koyuyor.
Misandry, tıpta “insanlardan nefret etme, insan düşmanlığı” olarak tanımlanıyor.
Ancak feminist jargonda “erkeklerden nefret etme” karşılığı olarak kullanılıyor. Bunu da “erkeklerden korkmak” anlamındaki “androfobi” ile karıştırmıyoruz.
Feminist öfkeyi üzerime çekmek elbette istemem ancak genellemelerden de nefret ederim.
Toplumsal cinsiyet farklılığına dayalı bir zemin üzerinde duran bugünkü dünya düzeni, erkek kötülüğünü cezalandırmakta çoğu zaman isteksiz davranıyor olsa da biyolojik olarak erkek olan bütün insanları da aynı sepetin içine atamayacağımızı düşünüyorum.
Rahmetli anneannemin zamanında isabetle söylediği gibi: İyisi de var, kötüsü de var!
Tıpkı, kadınlar gibi!
Toplumsal olarak eziliyor olmaları, cani ruhlu kadınları “iyi insan” yapmıyor olmalı; onları suça sürükleyen şey, toplumsal eşitsizlik düzeni olsa da.
İngiltere’deki Rosling Araştırma Merkezi’nde, bir koç tarafından döllenmemiş yumurtalar kullanılarak doğurtulan beş “babasız kuzudan” ikisinin hayatta kaldığının açıklanmasının üzerinden çeyrek yüzyıl geçti.
O günlerdeki heyecanlı tartışmaları hatırlıyor musunuz, bilmem.
Aynı işlemin insan embriyosu ve yumurtası kullanılarak yapılabileceğinin açıklanmasının yarattığı tartışmalar.
Hatta embriyo üzerinde gen çalışması yapılarak, genetik açıdan daha mükemmel bebeklerin dünyaya getirilmesinin mümkün olabileceği konuşuluyordu.
“Ari ırk” yaratma yolunda Hitler, mezarından sevinçle havaya fırlayabilirdi.
Bazı feministlerin de gözleri parlamıştı doğal olarak: Kadınların artık erkeklere çocuk doğurmak için bile ihtiyaç duymayacağı günlerin geldiğine yönelik tartışmalardan söz ediyorum.
Çok şükür ki bu bilimsel çalışma olduğu yerde kaldı.
Ancak bu bilimsel çabaların, günün birinde Kazuo Ishiguro’nun distopik romanı “Beni Asla Bırakma”sındaki gibi sonuçlanmayacağını da bilmiyoruz tabii.
Evia (Eğriboz) Adası’nda yaşayan ozan Hesiodos, erkeklere zararlı oldukları için kadınların ayrıca vergilendirilmesini önermişti.
Az gittik, uz gittik aradan geçen 2 bin 750 yıl sonra “misandry” kuşağına denk geldik.
Kim haklı?
Bu dünyada birbirlerini buldukları için sonsuz bir mutlulukla ödüllendirilen kadın ve erkeklere yer yok mu?
Birbirleriyle ilişkilerine bir şeyleri paylaşmak, ortak gelecek kurmak, sevmek – sevilmek olarak bakanlar?
Kuşkusuz ki varlar ve onlar için kadın – erkekler arasındaki “bireysel ilişki”, aynı zamanda bir eşitlik meselesi de!
—————————————-