Bursa’nın Karaağız Mahallesi Muhtarlığı ve Karaağız Yardımlaşma Derneği, köydeki eğlencelerde kadınlar ve erkeklerin bir araya gelemeyeceğini duyurdu.
Kararın nedeni kadınlar ile erkeklerin bir arada eğlenmelerinin “dinen uygun olmaması”.
Muhtar Arif Yılmaz, bu konudaki eleştirileri “Anayasada erkeklerin kadınların karışık oynaması yazıyor mu?” diye yanıtladı.
Anayasa Hukuku teorisine ilginç bir katkı diye aklımdan geçirdim!
Bursa’nın Belediye Başkanı da “halkın kararına saygı duyuyorum” diyerek kararı destekledi.
“Köydeki eğlenceler” nasıl eğlencelerdi acaba diye merak ettim.
Düğün, nişan, askere gitme, terhis kutlamaları gibi kutlamalar yapılıyor ve köy halkının “kadın erkek karışık oynamaları” yasaklandığı için de köy ahalisinin çoğunluğu “dini bütün” kalabiliyor.
Tabii karışık oynama yasağının doğal bir sonucu, erkeklerin erkekler ile kadınların da kadınlar ile karşılıklı göbek atmaları şeklinde ortaya çıkıyor.
Köyün geleneklerinde “vals” de var mıdır bilmiyorum ama bir düğünün olmaz ise olmazı sayılması lazım gelen “komparsita” çaldığında “tehlikeli yakınlaşmalar” yaşanıyor olabilir.
Homofobinin neredeyse bir devlet politikası haline geldiği bir ülkede muhtarlığın kararını bu nedenle hayli cesur buldum.
Çünkü tanınmış Türk düşünürü Cüppeli Ahmet’in de bildirdiği gibi iki erkek tokalaşırken bile bir el, diğerini hafifçe kavrar ve bu olağan bir el sıkışmaya göre birkaç saniye daha uzun sürerse Allah muhafaza içinizden ılık ılık bir şeyler akmaya başladığını hissedip, niyeti bozabilirmişsiniz!
Cüppeli Bey kardeşimizin bir bildiği olmalı ki cemaatini uyarıyor: Aman ha!
Şimdi erkek erkeğe ya da kadın kadına dans ederken yaşanabilecekler, el sıkışma sırasında fazladan kullanılacak iki – üç saniyeye göre daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir diye endişe ediyorum.
Endişemin nedeni Reis’in bu duruma ne tepki vereceği konusu.
Köy, köy değil sanki Netflix dizisi!
Araştırmacı gazetecilik yaptım, köyde bizim bildiğimizin dışında bir “eğlence” yöntemi bulunmadığı sonucuna vardım.
Yani en azından Müge Anlı’daki Palu ailesine benzer bir vakaya rastlamadım.
Cennet vatanımızın giderek daha da artan ölçülerde Yeni Gine’ye benzediğini düşündüren gelişmeler bunlar.
Hatırlarsınız belki, daha önce de antropolog Ruth Benedict’in, Doğu Yeni Gine’deki araştırmaları sırasında keşfettiği Dobu kabilesinden söz etmiştim.
O tarihe kadar medeniyetten uzak, izole bir yaşam süren “Yeni Gine Dobuları” için kuşkuculuk en önde giden duygudur, başlarına gelen talihsizliklerin nedeni “kötü niyetli insanlar”dır.
Dobu ülkesinde hastalıkların nedeni kötü büyüdür. Büyüyü yapan en yakınınızdaki kişi bile olabilir: Eşiniz, çocuklarınız, en yakın av arkadaşlarınız.
Dobuların temel ahlak görüşü bir kurban seçmek ve olanca kötülüğü onun üzerine salmaktan ibarettir.
Benedict’in tespitiyle “Dobularda kuşkuculuk paranoya derecesine ulaşır”.
Aramızda binlerce kilometre mesafe olmasa Dobular ile akrabalık ilişkimiz olduğunu bile söyleyebileceğim türden benzerliklerimiz var.
Karaağız köyü ahalisinin kadınlardan uzak durmaya yönelik kararı ile ilgili haberleri okurken bu kez yine Yeni Gine’nin Sambia kabilesi aklıma geldi.
“Kadınlardan uzak durma kararı” dememin nedeni, bu kararı alan köy ihtiyar heyetinin tamamının erkeklerden oluşması.
Yani kadınlara kimse sormamış, “siz kadınlı erkekli eğlenceye taraftar mısınız, karşı mısınız” diye.
Belli ki köyün erkekleri, kadınlarla karşılıklı göbek atarken bir tuhaf oluyorlar ve çareyi nefislerine hâkim olmaktansa kadınlardan uzak durmakta buluyorlar.
Tabii köyde, Anadolu’nun bazı yerlerinde rastlanabilen “değiş tokuş” geleneği var mıdır, bunu bilmiyorum, ilgilenmiyorum da.
Her neyse, Sambialar, Yeni Gine’nin dağlık bölgelerinde, dünyadan tecrit edilmiş bir şekilde yaşayan bir kabile.
Antropolog Gilbert Herdt ve psikiyatr Robert Stoller bu kabileyi çok yakın bir geçmişte bulup; incelediler.
Sambiaların toplumsal düzeni bir tek inanç üzerine kurulu: Kadınlar tehlikelidir!
Bugün modern yaşam diye tanımladığımız toplumsal hayatımızın zannettiğimiz kadar “yeni” ve “modern” olmadığını gösteren bir tespit!
Günümüzde de birçok toplum, kadınların tehlikeli olduğu inancını taşıyor.
Kadınların sıkı sıkıya örtülüp, toplumsal yaşamın tamamen dışına çıkarıldıkları birçok doğu ülkesinde de bu anlayışın izleri var
Kadınların toplumsal yaşamdan bu şekilde tecrit edilmesinin nedeni kadını korumak değil.
Tam tersine, kadınları tecrit ederek erkekleri günahtan korumak!
Bu düşünce sadece eski çağları yaşamakta direnen bazı doğu ülkeleriyle sınırlı değil.
Günümüzde batı dünyasında da kadını “tehlikeli” bulup, toplumsal yaşam dışına itmek isteğinin olduğunu biliyoruz.
Stoller’in, Sambialar üzerine yaptığı inceleme, günümüzde bile bu düşüncenin neden hâlâ hâkimiyetini korumakta olduğunu ortaya koyuyor.
Sambialar, kadın vücudundaki sıvıların “kirletici” olduğuna inanırlarmış. Ve bu kirin de erkekleri, kadınlaştıracağına!
Bu yüzden erkeklerin eşleri ve çocuklarıyla birlikte yaşadıkları kulübelerde bile kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı mekânlar yaratmışlar.
Bizim çok yabancısı olmadığımız bir durum bu; harem ve selamlık uygulamasının ilkel kabile versiyonu!
Kabilenin kız ve erkek çocukları yaşamlarının ilk on yılını anneleriyle geçirirler ve babalarıyla neredeyse hiç temas etmezlermiş. Erkeklerin çocuklarını uzaktan sevmekle yetindikleri, babanın sevgisini çocuklarına gösteremediği, öpüp koklayamadığı, çocuklarınsa korkulu bir saygıyla babalarından uzakta büyüdükleri eski toplum düzenimizi çağrıştırdı bu bana.
On yaşına gelen erkek çocuklar annelerinden ayrılıp, kabilenin diğer erkek çocuklarıyla birlikte yaşayacakları kulübelere konulurlarmış. Bu kulübeler 10 – 18 yaş erkek çocuklarının bir arada yaşadıkları yerlermiş. Bu süre içinde erkek çocukların anneleriyle temaslarına, onları görmelerine de kesinlikle izin verilmezmiş.
18 yaşına gelen erkek çocuk evlendirilir ve bu yukarıda anlattığım hayat böylece sürer gidermiş.
Dr. Stoller bütün bu toplumsal düzenin gerisinde, Sambialar’ın kendilerini koruma içgüdülerinin yattığını söylüyor.
Çevreden kopuk bu dağlı kabilenin etraftaki vahşi düşmanlarla baş edebilmesinin, ancak saldırgan, acımasız ve haşin erkek gücüyle mümkün olabildiğini anlatıyor.
Kadınların kirli olarak nitelenip toplumsal yaşamın dışına itilmelerinin ve erkek çocukların annelerinden kesin olarak ergenlikten önce koparılmalarının nedeni bunu sağlayabilmek.
Dr. Alon Gratch, Erkekler Dile Gelse isimli kitabında bunu “kadın olma korkusu olmasa erkekliğe gerek kalmayacaktı” diye yorumluyor.
Nitekim Demostenes’in eski Yunan’ın en büyük hatibi olmasının nedeni konuşma kusurunu örtme çabasıydı. Dr. Gratch, başarılı oyuncuların da genellikle aşırı utangaç kişiler arasından çıktığını söylüyor. Kişi, utangaçlığından kurtulmak için başkası olmaya zorluyor kendisini, rol yapma yeteneğini böylece geliştiriyor. Sahneye çıktığında utanmıyor, çünkü artık o kendisi değil, bir başkasıdır.
Toplumumuza dışardan bakan birisi de bizi Sambiaların Orta Doğulu modernleşmiş uzantıları gibi görebilir.
Mesela kızımın çocukken devam ettiği bale okulunda hiç erkek çocuk yoktu. Piyano sınıfının yıl sonu konserlerinde ya bir ya iki erkek çocuk olurdu.
Erkek saldırganlığını artıran sert sporlara yönlendirilen erkek çocuklar, çocukluklarının önemli bir bölümünü de zaten kızlardan nefret ederek geçiriyorlar.
Yaşları 6 ile 13 arasında olan erkek çocukların oyunlarına çoğu zaman kızları kabul etmediklerini, onlardan özellikle uzak durduklarını da hatırlayın.
Yumuşatılmış bir Sambia hayatı sürdürdüğümüzü düşünüyorum bütün bunlara bakınca.
Ve toplumumuzun kadınlarıyla erkeklerinin önemli bölümünün birbirleriyle sağlıklı ilişkiler kurmakta neden zorlandıklarını daha iyi anlıyorum.
Anladığım bir şey daha var: Karaağızlı kadınlar, eşlerine, erkek çocuklarına mukayyet olsunlar!
Aman diyeyim!
—————————
