OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Pahalılığın sorumlusu “serpme kahvaltı” mı?

Türkiye İsrafı Önleme Vakfı diye bir kurum olduğunu biliyor muydunuz?

İnternet sayfalarından öğrendim ki vakıf başkanı eski bir AKP milletvekili olan Prof. Dr. Aziz Akgül.

Bunu öğrenince sevindim tabii.

İsrafı önlemek gerçekten çok önemli ve başında da bir AKP’li olduğuna göre bu iş Reis’in bilgisi ve himayelerinde gerçekleşiyor demektir!

“Cumhurbaşkanımızın himayelerinde” israf ile mücadele edilecekse artık akan sular duracaktır.

Biliyorsunuz şu an itibariyle dünya yüzünde en çok özel uçağa sahip olan “devlet” bizimki.

Zavallı Trump’ın bile yeni bir uçağı ancak oldu; Katar Şeyhi’nin bir “şükran hediyesi” olarak!

Oysa bizim “VİP” filomuzda yok, yok.

Artık israf ile mücadele edileceğine göre bunlardan bir bölümü elden çıkarılır onun parasıyla yangın söndürme uçağı filan alınır diye aklımdan geçirdim.

Eski yöneticilerimizin Türkiye’nin itibarını korumaya bu kadar meraklı olmadıkları yıllarda dış gezilere THY’den kiralanan uçaklar ile gidilirdi.

Öndeki “business” kısmında Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar filan oturur, akadaki “ekonomi” bölümüne ise biz gazeteciler; iş adamları, bürokratlar doluşur, güle oynaya giderdik.

Hepimiz adına otel ve uçak masrafları için bir fatura çıkarılır, o fatura da çalıştığımız kurum tarafından ödenirdi.

Bir defasında iş adamlarından biz gazetecilere göre daha çok para alındığını duymuş ve ilgili Dışişleri görevlisine nedenini sormuştum.

Meğerse israfı önlemek içinmiş; bürokratların giderleri de karşılansın diye!

Şimdi böyle bir sorunumuz yok.

Devletimizin parası o kadar bol ki bir uçak yöneticilerimizi taşırken diğer bir uçak maiyet gazetecilerini filan taşıyor. Üçüncü uçak önden gidiyor, makam araçlarını taşıyor.

Bu vakıf artık bu tür gereksiz harcamaların önüne geçmek için kuruldu sanırım derken bir de ne göreyim, kafayı “serpme kahvaltı meselesine” takmışlar.

Vakıf bir çalışma yapmış ve yılda 12 milyon ton gıdanın çöpe atıldığını tespit etmiş.

Gerçi ekonomi politikamız sayesinde çöpten yiyecek toplayanların sayısı arttığı için bunun bir bölümünün “geri kazanıldığını” varsayabiliriz ama hadi o zaman da diyelim ki 9 milyon ton çöp olsun.

Ciddi bir rakam tabii.

Türkiye’de kişi başına düşen israf miktarı yılda yaklaşık 102 kilogram olarak tahmin ediliyor.

“Ben tabağımı ekmekle sıyırırım, bu hesapta ben yokum” demeyin lütfen. Varsınız, buna emin olun; buzdolabınızdan çöp kutunuza direk yolculuk yapan gıda maddeleri de bu hesabın içinde.

Vakıf bir rapor hazırlatmış, israfın nasıl önlenebileceğini de tespit etmiş.

İhtiyaçtan fazla ürün almayın diyorlar mesela.

Bu mevsimde bile iyi domatesin kilosunun pazarda 80 lira olduğunu bilmiyorlar sanırım, kim artık ihtiyacından fazla ürün alabiliyor ki?

Ekmeğinizi dilimleyerek tüketecekmişsiniz. Koca somunu önündeki çorbaya daldıran bir insan tipi gözümün önüne geldi ama artık fırınlar bile ekmeği dilimleyip satıyor.

Rapora göre israfın önemli bölümü meyve ve sebzelerden oluşuyor ve bunların yüzde 35’i daha sofralara gelmeden çöpe gidiyor!

Yani diyeceğim o ki bu israfın biz vatandaşları ilgilendirmeyen kısmı.

Bu kayıp, üreticiden itibaren tüketiciye ulaşana kadarki süreçte gerçekleşiyor ve soğuk zincir, paketleme, hızlı nakliye filan gibi konularda elimiz kolumuz bağlı.

Zaten sebze ve meyve fiyatlarının yükselmesinde bunun da payı var.

Üreticiden alındıktan sonra çöpe giden yüzde 35’in maliyeti de satılan ürünün üzerine biniyor.

Üretici kazanamıyor, tüketici gıdaya daha pahalı ulaşabiliyor.

Tarım kooperatifleri birlikleri vardı eskiden, hatırlarsınız belki.

O birlikleri arpalık olarak kullanarak işlevsizleştiren kimlerdi konusuna girmeyeceğim, politika sizin gibi benim de canımı sıkıyor.

Kanunla çiftçinin kredi ihtiyacını karşılaması için kurulan Ziraat Bankası’nın kredi olanaklarının nasıl kullanıldığı da bu konuyla yakından ilgili aslında.

Krediler soğuk zincir kurmaya, ürünü depolarda daha uzun süre sağlam olarak tutmaya değil gökdelen inşa etmeye, gazete ve televizyon kanalı satın almaya gidince o yüzde 35’lik israfı da bizler ödüyoruz.

Vakıf Başkanı ise “serpme kahvaltı kültürüne” takmış.

Bu nedenle yılda yaklaşık 100 milyar liralık gıdanın israf edildiğini söylüyor.

Bu israf olmasa 900 bin ailenin gıda ihtiyacı da karşılanırmış.

Bu hesaba pek aklım yatmadı.

“Serpme kahvaltı” nedeniyle bazı gıdalar çöpe gidiyor olabilir ama bu ekonominin geneli açısından israf değildir.

Domatesi ekenden başlayarak dilimleyip sofraya getirene kadar arada geçen sürece “üretim” adını veriyoruz.

Siz serpme kahvaltıda önünüze konan domatesi, reçeli, balı, ekmeği vs. yemeyip çöpe atılmasına neden olursanız bu sizin açınızdan israf ve zarardır.

Ancak bu tavrınızla bazı insanların temiz ve ucuz gıdaya erişimini engellemiş olmazsınız.

Çünkü yenmeyen reçelin, domatesin, zeytinin vs. serpme kahvaltı masasına gelmemesi, ihtiyaç sahiplerinin o gıdalara daha kolay ve ucuza ulaşmasını garanti altına almaz.

O insanların gıdaya erişemiyor olmasının nedeni, açık büfelerdeki israf değil, gelir dağılımının adaletsizliğidir.

Bunu düzeltmek de yine ekonomiyi kim yönetiyorsa onun işidir, görevidir.

Ekmeği dilimleyerek de yesem, koca somunu ısırarak da yesem gelir dağılımını düzeltemem.

Ancak kafayı serpme kahvaltıya takmak, ağaçlar yüzünden ormanı görememeye benziyor.

Hepimizin hayatını etkileyen israf kamu kaynaklarının gereksiz yerlere harcanmasından kaynaklanır.

Uçak inmeyen havaalanı, araç geçmeyen köprü, ıssız otoyollar yapmak “eser siyaseti” gibi görünse de israfın en babasıdır.

Tarım politikalarındaki hataların sonucu olarak ekilen topraklarımız her geçen yıl azalıyor.

Su kaynakları doğru yönetilmediği için suyumuz da azalıyor.

Bu hızla giderken bir de küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişikliklerini de hesaba katarsak zaten “serpme kahvaltıya” koyacak domatesi de ambalajlanmış olarak eczane vitrinlerinde görmek zorunda kalacağız.

———————————–