Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Saklan, seni yine bulayım!

Saklan, seni yine bulayım!

Asya’nın en doğu ucundaki Viladivostok’ta “akşam yemeği için iyi bir lokanta” sorduğumuz resepsiyon görevlisi, Kuku Bar’ı önerdiğinde, Mustafa Oğuz “kız nasıl bir yer aradığımızı yanlış anladı her halde” demişti.

Kızın ne istediğimizi gerçekten doğru anlayıp, anlamadığını kapıdaki güvenlik müdürüne bir kez daha sorma ihtiyacı hissetmiştik.

Meğerse lokantanın adı, o bölgede çocukların oynadığı, bizim saklambaca benzer bir oyunmuş.

Benim çocukluğumda saklambaç oyununda ebe olmak hiç iyi ve makbul bir durum sayılmazdı.

Ben severdim ama.

Bir çalının arkasına çömelip, salak gibi nasıl olsa yakalanacağın o anı beklemektense, hareket etmek ve “avlamak” daha çok hoşuma giderdi.

Çocuklar için hâlâ öyle midir bilmiyorum ama şunu söylemeliyim ki bu yaşımda da “saklanmanın” değil, “aramanın” daha önemli olduğunu biliyorum.

Aramak eylemi aktiftir, saklanmak ise pasif.
Saklanmak kolaydır.
Nereye, nasıl saklandığının önemi yoktur, neden saklandığının da.

Çocukken bir taşın arkası, bir kapı aralığı, bir ağaç gölgesi yeter.

Büyüdükçe bunların yerini bir makamın gölgesi alabilir mesela. Sahip olduğunuz banka cüzdanı da arkasına saklanabileceğiniz iyi bir yer olabilir.

Ama en iyi saklanma yeri alıştığın düzenin koruyucu ferahlığıdır.

Oraya saklanırsın, kimse seni bulamaz.

Bunlardan birinin arkasına saklanır, hayatını tüketirsin ve tükettiğinin bir daha geri kazanılamayacak bir şey olduğunun farkına bile varamazsın.
Saklanmayı tercih ettiysen, herhangi bir şey yapman, yeniden arayışlara girmen gerekmez.
İyi bir makama gelmişsindir, onun arkasına saklanırsın, tek derdin onu korumaktır.
Paran vardır, kendine daha çok güvenirsin, arkasına saklanır, yaşar gidersin.
Dışardan bakan da hak verir: “Düzenini bozma abi!”

Düzen!

Düzen, Roland Barthes’ın deyişiyle “sistematoların” kalesidir, içine saklanırlar, arada bir dışarı çıktıkları da olur ama dönüp dolaşıp, kurulu düzenlerinin huzuru içine çekilirler.

“Sistematolar”, kendilerine bir yaşam çerçevesi kurarlar.

Hayatlarındaki herkesin ve her şeyin bu yapı içinde tarif edilmiş iyi kötü bir yeri vardır.

Barthes bu ‘yapılarda’ mutluluk olmadığından hiç kuşku duymaz.

Ama her yapının da aynı zamanda ‘oturulabilir’ olduğunu kabul eder.

Şöyle yazıyor:

“Beni mutlu etmeyen yerde de pekâlâ oturabilirim; hem yakınıp, hem sürdürebilirim; katlandığım yapının anlamını yadsıyabilir ve kimi gündelik parçalarının (alışkanlıklar, ufak tefek hazlar, küçük güvenlikler, çekilebilir şeyler, geçici gerilimler) içinden fazla tiksinmeden geçebilirim. (Hatta) bundan haz bile alabilirim.” (Bir Aşk Söyleminden Parçalar, Çeviren: Tahsin Yücel, Metis Yayınları.)

Saklanmak, sistematoların işidir ve tanımı gereği pasif bir eylemdir.

Bir şey yapman gerekmez, daha önce yapılmış ya da yaptığın bir şeyin arkasına siner, beklersin.
Ancak bilinen en güçlü “ebe” Azrail, nereye saklanırsan saklan, gelir bulur.
Bestami’nin “Aramakla bulunmaz ama bulanlar sadece arayanlardır” sözünü seviyor olmamın nedeni tam olarak da budur.

Ve arkadaşlar artık sadede geliyorum, “yetişkin saklambacının” iki alanı vardır: İş ve aşk!
Dedim ya ben “ebe” olmayı severim, yaşadığımı hissettirir bana, heyecan verir.

Meslek hayatım ebe olarak geçti, şimdi T24’te sığındığım bu köşede de birilerini sobelemek peşinde yazıp, duruyorum. Gerçi bazen “suya yazıyormuş” gibi hissediyorum ama onu da belirteyim.

Tabii bunlar dünyevi meseleler, bunları geçelim.

Saklambaç oynamanın en iyi alanı aşk ilişkisidir bana soracak olursanız.

Sormasanız da olur tabii ama yazdım artık, diş macunu gibidir bu, tüpe geri sokamam.

***

Ajda Pekkan söylerdi, bir şarkı vardı, bilmem hatırlar mısınız:
“Saklambaç oynarken, beraberdik seninle

Biz ikimiz, saklanırken mesuttuk el ele”
Benim çocukluğumda “saklambaç” ile “doktorculuk” aynı anda oynanmazdı diye hatırlıyorum ama belli ki bu şarkıya ilham veren ikili, oyun oynayacak yaşı geçmiş olmalı.
Zaten iki kişilik saklambacın tadı da oyun oynayacak yaşı geçtikten sonra çıkar.
Ama şarkıdaki temel sorun bu değil bence.
“El ele saklanırken, mesut olmak” durumundan söz ediyorum ki sırtım ürperiyor!
Düşünün: Dışarıda bir “arayan” var ve her an gelip, o iki eli birbirinden ayırıp, bir tanesini yanında sürükleyip götürebilir!

Böyle bir oyundan mutlu olabilecek olanlar sadece sistematolar olabilir.

İnsan, mutluluğunu maksimize etmek üzere hareket eden bir canlıdır.

Ekonomistlere de sorsan bunu söylerler, psikiyatrlara da!

Ve o zaman da saklanmamalısın, varlığını ona adamalısın.

Alexandre Jardin’in önce romanını yazıp, sonra da filmini yönettiği Fanfan’da Vincent Perez,”flörtü ölene dek sürdürebilmek için” sevdiği kadınla hiçbir şekilde ilişkiye girmeyen bir erkeği oynuyordu.

Birlikte çıkılan tatiller, yenilen yemekler, saatlerce süren sohbetler, ama dokunmak yasak!
“Bir gerzek” yani!

Karşısında dünyanın en güzel kadınlarından biri, Sophie Marceau, Fanfan’ı oynuyordu.
Kadınlar her zaman erkeklerden daha akıllıdırlar, nitekim bu saçmalığa itiraz etti:
“Her sabah seni terk edeceğim, beni yeniden kazanmak için akşama kadar vaktin var. Başaramadığın gün beni bir daha göremeyeceksin.”
Böylece Perez hem aradığı “ölümsüz aşkı” buldu hem de o insanın içinde havai fişekler patlatabilecek güzellikteki kadına uzaktan bakmaktan kurtuldu!
Bu sonuç olarak bir film tabii, kurmaca, ama gerçek hayatta da böyle olacağını biliyorum.
Ne dersiniz? Böyle bir “saklambaç” oyununa hazır mısınız?
Hep siz ebe olacaksınız, onu bulacaksınız, bulduktan sonra “saklan, yine bulacağım” diyeceksiniz.
Bunu yapabilir misiniz? Onu her sabah terk etmeye ve akşama kadar geri dönüşünü beklemeye cesaretiniz var mı?
“Fırsattan yararlanıp, kaçar gider mi” diye yüreğiniz atacak, her sabah onu yeniden bulduğunuzda dünyalara yeniden sahip olacaksınız.
Hayatınızın kadını, hayatınızın en önemli “şey”idir. Bir erkeğin, “her şeyim” diyebileceği bir kadını bulabilmesi o kadar da kolay değildir elbette.
Ama bulduktan sonra elinizde tutmayı başarabilmek daha da zordur.
Onu her bulduğunuzda, “Saklan, yine seni bulacağım” deme cesaretiniz varsa, bu yolda önemli bir mesafe kat etmişsiniz demektir.

Geçen Cumartesi, sokağa çıkma yasağına uyup uymadığını denetlemek için aradığımda Atila Türkmen, yıllar önce konuştuğumuz bu konuyu hatırlatıp, “evde saklambaç oynuyoruz, şahane” deyince tekrar aklıma geldi.

Sokağa çıkma yasağında sevdiceğinizle oynanabilecek iyi bir oyun gibi görünmüyor mu size de?

Sanki bugün ilk kez buluşuyormuşsunuz gibi!

Haydi, ne kadar yaratıcı olabiliyorsunuz, görelim bakalım.

Sony Bono ve Cher de size eşlik etsin: I got you babe!

 

 

————————————-