Dünyanın en lüks meyvesi olarak tanımlanan Yubari kavunları, Japonya’nın Hokkaido adasındaki küçük bir kent olan Yubari’de yetiştiriliyor.
Bir çift turfanda Yubari kavunu geçtiğimiz yıllarda açık arttırmada 45 bin dolara satılmıştı.
Görünüşleri ve tatlılık derecelerine göre dört kategoriye ayrılıyorlar ve en ucuz kategoride olanlarını mevsiminde yakalayabilirseniz çiftini 200 dolardan yiyebilirsiniz.
Özel seralarda volkanik kül topraklarda yetiştirilen Yubari kavunu aslına bakarsanız bildiğimiz Kantolup kavunu.
İki farklı cins katolup kavununun melezlenmesiyle elde edilmiş bir alt tür.
Akrabalarından farkı mükemmel sıfatını hak edecek derecede mükemmel bir küre şeklinde olmaları, pürüzsüz kabukları ve tatları.
Hasadı elle yapılıyor ve ahşap kutular içinde satılıyor. Bildiğiniz mücevher kutularının büyüğünü gözünüzün önüne getirin; sadece içinden kavun çıkıyor, pırlanta yüzük değil. Japonya’da sevgi ya da saygı duyduğunuz birisine verilecek en iyi yaz armağanı olarak kabul ediliyor.
Tam da yazının bu yerinde bizim Kırkağaç kavunlarının da elle hasat edildiğini hatırlatmanıza bir engel yok ama bizimkiler traktör kasasında topluca satılıyor. Yazıyı yazarken baktım “üç harflilerde” kilosu 9,95 ile 14,95 lira arasında değişen fiyatlara satılıyor.
Buna bakarak tarla fiyatının 2 lirayı bile bulmadığını tahmin edebiliriz.
Japonya dünyanın diğer bölgelerinden çok farklı bir coğrafya; doğasıyla, insanlarıyla, alışkanlıkları ve gelenekleriyle.
Onların testerelerinin dişleri bile bizimki gibi değil. Bizim testereler ileri – geri itilerek keser, Japon testereleri geri – ileri çekilerek kesiyor. Dünyanın her yerinde insanlar iğneyi sabit tutup ipliği iğneye geçirirlerken, Japonlar ipliği sabit tutup iğneyi ipliğe geçiriyorlar.
Özel huyları olan bir halk, iki adım ötesindeki Kore’den, Çin’den bile farklılar.
En sıradan pirinç bile özenle yetiştiriliyor, ambalajında nasıl yetiştirildikleri ile ilgili ayrıntıları okuyabilseniz pirinç yemekten vaz geçer, elinize geçen pirinçleri oturma odanızdaki vitrinde sergilemeye karar verirsiniz.
Yubari kavunu durduk yerde aklıma gelmedi ve doğrusunu isterseniz bu konularda verilebilecek en uç örnek ama yine de bir örnek.
Sahip olunan ürüne özen göstermenin, onu daha iyi üretmeye çabalamanın, üreticisinin ve tüketicisinin birbirlerine duydukları karşılıklı saygının örneği.
Geçtiğimiz ayın son günlerinde Yozgat Yerköy’ün Sekili bölgesinde “çerezlik ayçiçeği” hasadı yapıldı.
Bu yıl kuraklık nedeniyle hasat az. Çiftçinin maliyetini kurtaracak fiyat kilogramda 70 lira ama tüccarın verdiği fiyat 50 – 55 lira civarında.
Maç, film seyrederken çıtır çıtır çıtlattığınız karaşimşekler bu tablo değişmezse iki üç sene sonra nostaljik bir anı olacak. Ya da yerlisini değil, ithal edilenini yiyeceksiniz.
Oysa bölge bu ürün için çok uygun. Ürünü geliştirmek, daha mükemmel hale getirmek, artık Türkiye’nin kaderi olacağı iyice ortaya çıkan kuraklığa dayanıklı tohumları geliştirmek için bölgede faaliyet gösteren bir ziraat enstitüsü olsa belki Yubari kavunu kadar para etmez ama üreticinin bugünkünden daha müreffeh bir yaşama geçmesini sağlayabilir. Geçinemediği için köyünü terk edip inşaatlarda vs. çalışmaya gidenler geri dönebilir.
Bunun için bütüncül bir tarım politikası gerekir o da bizde yok.
“Hayır böyle bir politikamız var” diyeceklere hatırlatmak isterim ki 1 Şubat – 13 Nisan arasındaki zirai don olaylarından etkilenen çiftçilere yapılacak destek ödemelerinin şartları ile ilgili Cumhurbaşkanlığı kararı ancak geçtiğimiz hafta sonunda yayınlanabildi.
“Şartlar” yayınlandı, para ödenmedi!
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde her şey bir kişinin imzasını beklediği için böyle oluyor işte.
Taşköprü sarımsağı var; coğrafi işaretli.
Baş kabuğunun rengi beyaz, diş kabuğu pembe, dişleri krem / sarı renkte, keskin kokulu ve kendine özgü acılığı olan bir tür bu. Sadece o bölgede yetişiyor.
Bir kilo Taşköprü sarımsağı geçtiğimiz gün markette 450 liradan satılıyordu.
Fiyatına bakarak Taşköprülü çiftçilerin refah içinde yüzdüğünü zannetmeyin. Perakende fiyatı 4 yılda yüzde 1300 arttı ama bu artıştan çiftçiye düşenle köylü kıt kanaat geçiniyor.
Hükümetimizin piyasayı düzenlemeden anladığı ise ithalat.
Çiftçi geçinemediği için ekim alanı daralıyor, yerli üretim düşüyor, ithalat artıyor ama fiyat ucuzlamıyor.
Geçtiğimiz ayın sonunda Denizli Çal’daki üzüm üreticileri isyan ediyordu.
Türkiye’nin şaraplık ve sofralık üzüm merkezinde çiftçiler Tariş’in açıkladığı kuru üzüm fiyatlarının maliyetin çok altında olmasına isyan ediyorlardı.
Ne olduğunu bilmeyenler için söyleyeyim ki Tariş; İncir, Üzüm, Pamuk ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri adında bir kooperatif.
75 binden fazla üreticinin ortak olduğu, 73 üye kuruluşa sahip bir kooperatif birliği ve verdiği fiyat üreticiyi çıldırtabiliyor.
Çal Belediye Başkanı Ahmet Hakan (isim benzerliği), bölgedeki üzüm fiyatlarının geçen sene ile aynı olduğunu belirterek “Çal bölgesinde üzüm geçen sene ile aynı para, mazot parası arttı, enflasyon ortada, girdi maliyetleri ortada, biz haksızlığın karşısındayız” diyor.
Üzüm, aslına bakarsanız üretici için çok karlı olabilecek bir ürün.
Çünkü katma değerli ürün haline getirilebilir: Kuru üzümden tutun, pekmeze, sirkeye, şaraba, rakıya, votkaya, brendiye kadar.
Ama iktidarda olan parti bu ürünü en yüksek katma değerli ürüne dönüştürmeyi cezalandırıyor.
Üzümden rakı, şarap ya da votka yapmaya kalkışırsanız reklamını yapamadığınız için kime satabileceğinizi bilmediğiniz binlerce ton üretim yapmanız isteniyor.
Bu da yetmiyor ağır bir vergi yükü ve ceza tehdidi de tepenizde sallanıyor.
Oysa dünyanın her yerinde çiftçisini korumak isteyen hükümetler tam tersini yapıyor.
Bunun sonucu olarak Türkiye’de üretilen şarabın tüketimi artan maliyetler nedeniyle düşerken, İskoç çiftçisinin ürettiği arpadan yapılan viskinin tüketimi artıyor.
Düşünün ki 1 litrelik standart blend viski fiyatı ile 1 litrelik standart rakı fiyatı neredeyse birbirine eşit hale geldi.
Rakı şişelenmiş bir tarımsal üründen başka bir şey değil aslında. İçinde üzüm var, anason var. Türkiye’de üretilen cam şişeye konuluyor.
Hükümetimiz zannediyor ki fiyatları bu hale getirirlerse içki tüketimi düşer.
Hayır, düşmüyor.
18 yaş üstü kişi başı içki tüketimi 1,5 litreden 2 litreye çıktı.
Tüketim artıyor ama bu artıştan yararlananlar yabancı üreticiler, yerliler değil.
Daha önce de yazdığım gibi Türk olmak kolay değil tabii!
—————————————–