HÜRRİYET

Öyle iddianameye böyle savunma

AKP’nin kapatma davasına karşı olarak yaptığı savunma bende hayal kırıklığı yarattı.

Bu savunmada, parti sözcülerinin iddialara teker teker yanıt vermek yerine, daha siyasi bir savunma yapmasını beklerdim.

Kapatma istemli iddianameyi de yeterli bulmadığımı, gazete haberlerinden ibaret bir iddianamenin parti kapatmaya yetmemesi gerektiğini, bireysel olarak savunulmasında sorun olmayan görüşleri savunmak için parti çatısı altında toplanmanın şiddete yönelinmediği sürece suç olamayacağını daha önce yazmıştım.

Demek ki öyle iddianamenin savunması da böyle oluyor!

Siyasi bir savunma bekliyordum, çünkü bu davanın sonucu Türkiye’de fikir açıklama özgürlüğünün sınırlarını belirleyecek.

Böylesine önemli bir davada polemik değil, güçlü bir çıkış gerekirdi.

Bu partinin, demokrasiye ve laik cumhuriyete neden bağlı olduğunu anlatacak, Türkiye’de bir şeriat tehlikesinin neden olamayacağını açıklıkla ortaya koyacak, geçmişteki söylem nedeniyle derli toplu bir özeleştiri ortaya koyacak bir savunma, gelecekteki daha demokratik Türkiye için önemli bir adım olabilirdi.

Bir ’dinleme’ olayı

EMEKLİ Orgeneral Hurşit Tolon, gözaltına alınmadan önce, kapıda polis ve askerler beklerken CHP Milletvekili ve avukat Şahin Mengü’yü aramış.

Mengü ile Tolon arasında geçen görüşmenin nasıl cereyan ettiği de gazetelere yansıdı.

Tolon’un, Mengü’yü aramasında bir gariplik yok. Öyle bir durumda tanıdığınız bir avukatı aramanızdan daha doğal ne olabilir?

Gariplik, bu konuşmanın basına dağıtılmış olmasında.

Telefon dinlemesi ile ilgili yasa, uyulması gereken kuralları da tanımlıyor.

Ve bu kayıtların gizli kalmasını (en azından dava dosyasına girene kadar) emrediyor.

Savcılık, bu konuşmayı sızdıranlar ile ilgili nasıl bir soruşturma yaptı, gazetelere yansıyan bir haber olmadığı için bilemiyoruz.

Ama bir avukat ile müvekkilinin konuşmasını kayda alıp, dağıtmanın suç olduğunu biliyoruz.

Savcılığın bu konudaki tavrı, dinleme olaylarının bireysel haklarımıza tecavüz düzeyine varıp varmadığını da gösterecek.

Bir darbe ihtimali gerçekten var mı?

GAZETECİLİĞE başladığım yıllarda, Ankara’daki biz genç gazeteciler arasında en çok merak edilen konulardan biri de “Genelkurmay’ın ışıklarının sabaha kadar yanıp, yanmadığıydı”.

Eğer ışıklar sabaha kadar yandıysa, bu bir darbe hazırlığının işareti sayılırdı.

Yanmıyorsa, mesele yoktu.

Sonunda 12 Eylül 1980 darbesi oldu ve o gece Genelkurmay’ın ışıklarının sabaha kadar yandığı rivayet edilir.

Ama aslında bu “ışık testine” de gerek yoktu, her şey bir darbenin yaklaşmakta olduğunu gösteriyordu ve öyle de oldu.

AKP iktidara geldiğinden beri, bu partinin laik sistemi değiştirmek için gizli bir faaliyet gösterdiğine inanan geniş bir kesim var.

Ve bu kesim içindeki çok dar bir çevrenin, bu gidişe bir son vermek için bütün umudunu bir askeri müdahaleye bağladığı da bir gerçek.

Ama bunun sonuçsuz bir beklenti olduğu, asla gelemeyeceği de bir başka gerçek.

Türk siyasal tarihinde, “emir komuta zinciri dışında” darbe girişimlerinin akıbeti, deneyenler için hayırlı olmadı. Talat Aydemir ve 9 Mart’çıların başına gelenler, ordunun hafızasında tazeliğini koruyor olmalı.

Nitekim Şener Eruygur’un yaptığı iddia edilen üç darbe planının, hayata geçirilememiş olmasının nedenlerinden biri de bu.

Ordunun “postmodern darbe” dönemine geçmesi de 28 Şubat’a denk geliyor. Bugün için öyle bir sorun olmadığını düşünüyorum, çünkü böyle bir girişim için TBMM’nin yapısı uygun değil.

O dönemdeki TBMM, böyle bir girişimin siyasi sonuçlarının alınabilmesine uygundu, bugün öyle bir uygunluktan söz edebilmek mümkün değil. AKP kapatılsa bile, TBMM’deki AKP çoğunluğu varlığını korumaya devam edecek.

Türkiye’de, başkasının siyasal görüşüne son derece tahammülsüz olan geniş bir kesim var ama buna rağmen demokrasi bilinci, bundan 28 yıl öncekiyle kıyaslanamayacak kadar gelişmiş durumda.

Silahlı Kuvvetler’in bugünkü komuta yapısı, komutanların karakterleri ve toplumumuzun en gelişmiş kurumunun tecrübeleri de geleneksel bir darbe tehlikesinin varlığına işaret etmiyor.

Toplumda “darbe korkusu” yaratarak iktidar olmaya çalışmak yerine, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işler hale getirilmesine çalışmak daha çok işe yarayacak bir yöntem gibi görünüyor bana.

Türkiye, aynı suda dördüncü kere yıkanacak kadar geri kalmış bir ülke değil.