t24.com.tr

Asgari müşterek otokrasinin seçimle tasfiyesi

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak kapatma davasıyla ilgili işlemlerin seçim sonrasına bırakılmasını talep ettiklerini açıkladı.

Bu açıklamayı yaptığı basın toplantısında “iktidar bu davayı HDP’ye bir şantaj aracı olarak kullanma niyetinde” dedi.

HDP Eş Genel Başkanı’nın “HDP’ye şantaj” ile ilgili tespiti doğruysa (ki ben de böyle düşünüyorum) AYM’ye yaptıkları bu başvurunun nasıl sonuçlanacağını tahmin edebiliriz.

Çünkü bu seçimde Erdoğan’ın seçimin eşit, adil ve demokratik şekilde gerçekleşmesi gibi bir meselesi yok.

Tek hedefi var, her türlü olanağı zorlayarak seçimi kazanmak.

Onun için de bu başvurunun nasıl sonuçlanacağı AYM yargıçlarından çok doğrudan HDP’nin tutumuna bağlı.

Eğer HDP, Erdoğan’ın suyuna gidebileceği izlenimini verirse, kapatılma riski yok.

Eğer HDP, Erdoğan’ın seçimi hiç olmazsa ikinci tura bırakma hedefine hizmet edecek “kendi çıkaracağı aday ile” Cumhurbaşkanı seçimine gideceğini gösterirse de kapatma kararı ertelenebilir.

Yani kararı verecek olan aslında AYM değil, HDP’nin kendisi.

Kapatma kararı ve siyaset yasakları seçim süreci başladıktan ve aday listeleri açıklandıktan sonra mı olur, yoksa Kürt siyasetine yeni bir partiyle seçime girme yolunu açabilecek bir zamanlama ile mi olur, bunu bugünden tahmin etmek zor.

Ancak Erdoğan’ın seçime bu kadar büyük bir gölge düşürecek kadar izanını yitirmediğini ümit edebiliriz.

Seçime AYM marifetiyle böyle bir müdahalede bulunmanın seçmen tarafından hoş karşılanmayacağını ve Erdoğan’a bunun ciddi bir maliyeti olacağını, yenilenen İstanbul BB seçiminde görmüştük.

Türkiye’de seçmen, seçim zamanı geldiğinde sihirli bir ortak akıl üretebiliyor ve geçtiğimiz seçimlerde de bunu defalarca gördük.

Birçok seçimde baraj nedeniyle bağımsız adaylarla seçime giren HDP’nin parti kimliğiyle seçimlere girip, yüzde 10 barajını geçebilmesi, seçmenin böyle bir ortak akıl üretebilmesiyle mümkün oldu, bunu unutmayalım.

Bunların sayıları kaç kişidir, benim bilmeme olanak yok.

Ancak Haziran 2018’de, TBMM seçiminde, Cumhurbaşkanı seçimine göre 1,5 milyon oy fazla aldığını biliyoruz ve bu farkın da büyük ölçüde “HDP baraja takılmasın” kaygısıyla verilen oylar olduğunu varsayabiliriz.

HDP’nin, kendi adayını çıkarmayı tasarlarken, bunun TBMM seçimine olası yansımalarını da hesaba katmasında, kendi parti kimliği açısından da yarar var.

HDP, TBMM’de üçüncü büyük gruba sahip meşru bir parti olarak “muhatap alınmayı” istiyor, bunda bir tuhaflık yok.

Muhatap alınmadığı için de kendi adayıyla yarışacağını açıklıyor, bu da normal görünüyor.

Ancak HDP’yi muhatap almakta isteksiz davranan partilerin de neden böyle davrandıklarını HDP’nin değerlendirmesinde yarar var.

Siyasette hiç kimse her durumda ve her şart altında haklı değildir, bunu akılda tutmakta yarar var.

Siyaset de esasen sorunlara çözüm bulmak için yapılır.

HDP’nin kendi öncelikler listesinin başına koyduğu sorunlara çözüm nasıl bir rejimde tartışılıp, konuşulabilir hale gelir?

Nasıl bir rejimde bu konuları serbestçe tartışabiliriz?

Nasıl bir seçim sonucu bize bu olanağı sağlar?

Kürt meselesini çözebilmenin yolu önce yok edilen özgür tartışma alanını açmaktan geçer.

Bunun için asgari müştereklerde buluşmak gerekiyor ki o asgari müşterek bugün için otokrasinin seçim le tasfiye edilmesinden başka bir şey değil.

—————————–

Diyanet’i dinlemeyin, çocuklarınızı koruyun

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün geçtiğimiz Cuma için hazırladığı “hutbede” öğrencilerin din derslerine yönlendirilmesi istendi.

Bu uyarı geçtiğimiz yıl da yapılmıştı, bu yıl da tekrarlanmasına gerek görüldüğüne göre ilk uyarının pek işe yaramadığını düşünmemiz mi gerekiyor, bilemedim.

İşin ilginç olan yönü bu konunun geçtiğimiz yıl Millî Eğitim Bakanlığı tarafından gündeme getirilmiş olması.

Bakanlık, kendi okullarındaki öğrencileri din derslerini seçmeye teşvik edemiyor ki Diyanet’ten hutbeler aracılığıyla yardım bekliyor.

Bizim ülkemiz, çocuklarını mümkün olan son aşamaya kadar okutmak isteyen insanların ülkesi.

“Eski Türkiye”de iyi okullarda okumak, bir meslek sahibi olmak sınıf atlamanın bir yoluydu.

Memleketimizin mütedeyyin insanları da bunu bildikleri için çocuklarını iyi okullarda okutmaya çalıştılar.

AKP iktidarının Yeni Türkiye’si ise fakirliği yeniden üreten bir eğitim sisteminde ısrarlı.

İyi okulların sayısın arttırmak bir yana, onları da öteki vasat okulların seviyesine çekecek uygulamalar içinde oldular.

Şimdi de ortaokul ve liselerdeki çocukların din derslerine yönlendirilmesini istiyorlar ki bunun çocuklara alternatif maliyeti en azından bir yabancı dili iyi öğrenememek olacak.

Herkes çocuğunu nasıl yetiştireceğine elbette kendisi karar verir ama bakın Binali Yıldırım’a, Ahmet Davutoğlu’na, Temel Karamollağlu’na, hem iyi okullarda okuyup meslek sahibi olabilmişler hem de dini inançları bundan bir zarar görmemiş.

Bunları Cuma hutbelerinde söylemezler, aklınızda bulunsun.

——