Bizim memlekette siyaset, erkek işidir. Öyle görülür.
Ve doğrusunu isterseniz ben de madem bu memlekette yaşıyoruz, siyaset erkeklerin işi olmalıdır diye düşünüyorum.
Beni kadın düşmanı, cinsiyetçi bir homongolos ilan etmeden önce kendimi ifade etmeme izin verin lütfen.
Açıklayacağım nedeni tatmin edici bulmazsanız elbette istediğiniz kadar vurabilirsiniz.
Bizim memlekette siyaset erkek işi olmalıdır çünkü bu esasen “politikacı Türk erkeğine” verilmiş bir ceza sayılmalıdır.
Düşünün: Bunlar hayatlarının sonuna kadar sıkıcı ortamlarda, kendileri gibi sıkıcı ve kravatlı insanlarla oturup, bayatlığı anlaşılmasın diye içine soda basılmış çayları birbiri ardına devirerek, incir çekirdeğini doldurmayacak konularda konuşmaya mahkumlar.
Bize çektirdiklerinin cezasını, ömür boyu siyaset yapmaya mahkûm edilerek can sıkıntısı içinde geçirmek zorunda kalacaklar.
Hatırlıyorsunuz değil mi, eşi ve çocuklarıyla bir tatile çıktı diye Ekrem İmamoğlu’nun başına neler gelmişti.
“Vay efendim; siyasetçi nasıl tatil yapar” gibisinden suçlamalarla.
Bu eleştiriyi yapanlar haklıydı çünkü siyasetçi dediğin tatil yapmayan, eğlenmeyi bilmeyen, gülmeyen bir garip insan cinsidir ki bir kadının böyle bir kılığa girebilmesi mümkün değildir.
Gözünüzün önüne Bekir Bozdağ’ı, Süleyman Soylu’yu filan getirin. Günlerinizi, gecelerinizi böyle tiplerle geçireceksiniz!
Nasıl, siz de benim gibi “oh olsun” diyor musunuz?
Neyse; işin şakası bir yana geçen gün Kemal Kılıçdaroğlu’nun İzmir mitingini izlerken kafama takılan bir konuda sizlerle sohbet etmek istiyorum.
Parti liderlerinin ya da belediye başkanlarının seçim kampanyası yürütürken yanlarında eşleri ile görüntü vermeye çalışmaları, bize Amerikan seçim stratejistlerinden miras kalmış bir adet.
Ve genellikle de âdet yerini bulsun diye yapılır, kadının sahnedeki varlığı “vitrin süsü” olsun diyedir.
Konuşmaz, kendini ifade etmez, jest ve mimikleri, ülkeyi ya da kenti yönetmeye talip o mükemmel ötesi erkeği yüceltmek amacını taşır.
Kadın, kendisi olarak değil, birisinin eşi olarak tanımlanmıştır, o rolün gereğini yerine getirmesi beklenir.
O gün İzmir’de, sahneye hâkim olan hava bunun tamamen dışındaydı.
Parti liderlerinin eşlerinin süs olarak değil, ortak hayatın bir parçası olarak orada bulunduklarını izledik.
İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in eşinin neşeyle el çırparak sahneye geldiği an böyle bir andı mesela.
Hatta bilmeyen birisi hangisinin miting alanına taraftar selamlamaya çıkan politikacı, hangisinin onun eşi olduğunu ayırt edemeyebilirdi.
Nursen Yavaş’ın, Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın omzuna arkadan dokunarak eliyle birlikte kalp işareti yapmaya davet etmesindeki sıcaklık mesela.
“Politikacı eşine” biçilen rolün ötesinde, sahnenin bir parçası olmak üzere orada bulunduğu şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortadaydı.
Aynı sıcaklık ve “bizden biri” görüntüsünü, Ekrem İmamoğlu’nun ve Ali Babacan’ın eşlerinin de sergilediğini not etmişim.
“Arkada duran zarif eş” rolünde değil, erkekle eşit bir birey olarak sahnedelerdi.
Selvi Kılıçdaroğlu’na da ayrı bir parantez açacağım.
Belli ki kampanyanın bir gereği olarak birçok yere tek başına gitmeyi içselleştirmiş durumda. “Cumhurbaşkanı adayının eşi” görüntüsünden çok “sahnenin sahibi” gibiydi.
Ama siyasette kadın – erkek farkını en iyi görebileceğimiz an Meral Akşener’in “herkes eşini getirmişti, ben de kocamı getireyim dedim” dediği andı.
Tuncer Bey’in, kayınpederden çekinen “mahcup damat” görüntüsü, sahnede yer alan diğer politikacı eşleri ile arasındaki en önemli farktı.
Yıllar önce kadınlara siyaset sahnesinde daha çok yer açılması için bir kampanya yapılmıştı, bilmem hatırlar mısınız?
Değişik kadın fotoğrafları üzerine tükenmez kalemle bıyık çizilmiş afişler dizisini hatırlıyorum.
Çünkü bizde siyaset o kadar “erkek işi” ki yolu siyasete düşen kadınlar da “bıyık bırakmış kadar olurlar”.
Yakın siyasi tarihimizi hatırlarsanız, ne demek istediğim daha kolay anlaşılabilir.
İzmir’deki tabloda yer alan politikacı eşlerinin çizdiği samimiyet görüntüsü, bu profilin dışında kalabilmiş olmalarından kaynaklanıyor olmalı.
Öte yandan şunları da söylemem gerek:
Siyaset ideolojiler temelinde yapılır ve o da kaynağını büyük ölçüde toplumların üretim, paylaşım düzenlerinden alır.
Kadınlar da hangi siyasi hareketin içinde yer alıyorlarsa o görüşün savunucusu olurlar.
Bu nedenle mesela siyasal İslamcı çizgide siyaset yapan bir kadının olaylar ve tutumlar karşısındaki tavrı ile sosyal demokrat ya da liberal sağ çizgideki bir kadının tutum ve tavrı aynı olmaz.
Tutumları, kadın hak ve özgürlükleri konusunda bile aynı değildir.
Siyaset yapan kadınların sayısının artması elbette toplumun demografik yapısının demokratik temsili açısından önem taşır ama sadece bu kadar.
Siyasette kadın sayısı arttı diye, kadınların durumunda iyileşme olmaz.
Kadınların toplum içindeki durumlarını iyileştirecek siyasi gelişme, ancak bu görüşü savunanların iktidarda olması ile mümkün olabilir.
Bu seçimlere gidilirken AKP’nin başını çektiği ittifakın bazı üyelerinin en önemli talebinin “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” ile ilgili 6284 sayılı kanunun bazı maddelerinin “iyileştirilmesi” olduğunu da hatırlayalım.
Kadının yerini “evi” olarak tarif eden, kadına kocasının çizdiği sınırlar içinde görev tanımlayan İslamcı ideolojilerin derdinin bu kanunun bazı maddeleri olması sürpriz değil.
Karşı çıktıkları şey, kadının bağımsız bir birey olarak var olabilmesine olanak sağlayan hükümler.
Böyle bir siyasi iklimde, erkek politikacıların eşlerinin siyaset sahnesinde aktif olarak yer alabilmelerinin önemi çok büyük.
Onların her biri bir küçük kız çocuğu için rol modeli.
———————————
