Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Ah bu şarkıların gözü kör olsun

Ah bu şarkıların gözü kör olsun

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yeni binasının açılışında söylediği bir söz, beni benden aldı.

Konuşmasını okurken, o cümleye gelince önce yüksek sesle kahkaha attım, sonra da üzüldüm.

Nasıl bitmek tükenmek bilmeyen bir kin biriktirmiş içinde ki gerçeklikle ilgisini bile tamamen koparabiliyor diye!

Erdoğan, o konuşmasında şunu söyledi:

“Bu ülkede müzik inkılabı adı altında Türk halk ve sanat müziğinin, alaturka müzik denilerek yasaklandığı tuhaf dönemler yaşanmıştır.”

Ben de aklımdan şöyle geçirdim: Bu ülkede, “yerli ve milli” müziğimizin bazı dönemlerde yasaklandığını gerçekmiş gibi anlatabilen liderlerin iktidarda olduğu tuhaf dönemler de yaşandı!

Erdoğan’a bu akılları kim veriyor, bu tür konuşmalarını kim yazıyor, gerçekten merak ediyorum.

Çünkü onlar her kimlerse Erdoğan’a göz göre göre kötülük yapmak peşindeler.

Çünkü bu ülkede, “müzik inkılabı yapıyoruz” denilerek Türk sanat müziği ve halk müziğinin yasaklandığı her hangi bir dönem yaşanmadı.

Böyle bir dönem yaşanmadığı gibi, böyle bir tek gün bile yaşamadık.

Acaba büyürken evlerinde radyo yok muydu?

Dilerse bir gün Ankara ve İstanbul radyolarının arşivinden, günlük program akışlarını kontrol ettirsin, bir tek gün bile bulabilirse ben de işte bu kalemi kırarım, bir daha yazı yazmayayım diye!

12 Eylül’den önce, ek iş olarak Türkiye’nin Sesi radyosunda “kaşeli” program yapmışlığım var.

TRT radyolarının klasik yayın akışı ben çocukken de, büyüdükten sonra da, gazeteci olduğumda da aşağı yukarı şöyleydi: Şarkılar, Türküler, Oyun Havaları, İki Solistten Şarkılar, Yurttan Sesler, Klasik Müzik, Türk Sanat Müziği Korosu, Türk Halk Müziği Korosu. Bunların aralarına haberler ve hava durumu girerdi. Hafif batı müziği dinlemek isteyenler Ankara İl Radyosu’nu dinlemek zorundaydı, sonradan TRT 3 olan radyoyu yani.

“Arabesk” müziğin devlet radyosunda çalınmadığı günlerden söz ediyorsa başka tabii.

Ama arabesk müzik ile Türk halk müziğinin ve Türk sanat müziğinin bir ilgisi yok, onu da söylemiş olayım.

Acaba kendisini o tarihlerde Araplara daha yakın hissediyordu diye arabesk müziğin radyolarda çalınmamasını ama serbestçe çalınıp, dinlenmesini, “Türk müziğinin yasaklanması” diye mi hatırlıyor?

İslamcılarda sıkça rastlanan bir yanılsama bu.

Yalnız şunu biliyorum: Aşırı tutucu bir takım çevrelerde her türlü müziğin yasaklandığını, evlerde radyo, teyp vs. gibi müzik çalacak aletlerin olmadığını biliyorum.

Böyle bir yakın akrabamız vardı, komşuda çalan radyodan bile rahatsız olurdu.

Yani diyeceğim o ki bu cennet vatanımızda yerli ya da yabancı müziğin yasaklandığı bazı mahfiller vardıysa ve hala varsa, onları aramamız gereken yer, “bizim mahalle” değildir.

Kusura bakmasın ama bu işten bir mağduriyet çıkaramaz.

Ve bu topraklarda aşk, alaturka müzik olmadan yaşanmaz.

Yanında bir dilim beyaz peynir ya da bir avuç beyaz leblebi ile bir kadeh rakı ile daha iyi gider ki belki de Erdoğan’ın konuşmasını yazan kişinin sorunu, bunu bilmiyor olmasından ileri geliyordur.

Toprağı bol olsun Ortega y Gasset şunu yazmış:

“Yaşamda öyle durumlar, öyle anlar vardır ki insan hiç farkında olmadan kişiliğinin özünü, gerçek yaradılışını büyük ölçüde ortaya koyar. Bu durumlardan biri de sevgidir. Sevgi, varlığımızın en derinlerinden doğan bir tepidir; yaşamın görünür yüzeyine çıkarken, deniz kabuklarından ve yosunlardan oluşan bir alüvyonu da kendisiyle birlikte derinlerden sürükleyip getirir.”

Alaturka müzik, bizler için böyle bir alüvyondur.

Bizim alaturka şarkılarımızın ezici çoğunluğu terk edip giden ya da çeşitli engeller nedeniyle ulaşılamayan, kavuşulamayan sevgili için yazılan şarkılardır.

Hatta şunu bile söyleyebilirim: Yarım kalan ve asla bitmeyen aşklar olmasaydı, Türk sanat müziği de olmayacaktı.

Nasıl, çok iddialı bir cümle oldu galiba? Ama sakıncası yok. Erdoğan’ınki gibi gerçekle alakası olmayan bir iddia değil hiç olmazsa.

Acı yüklü bir aşk şarkısını dinlerken, filmlerdeki gibi bir gecede saçlarınız beyazlaşmaz elbette.

Ama alaturka şarkılar, ölmek isteyeceğin kadar acı çektiğin bir anda imdadına yetişir, “hicranın sinede açtığı yareyi” söyleyip hem kendi hayatına, hem de ne kaybettiğini bilmeyene isyanını anlatabilirsin. (Sadi Hoşses’in Mahur şarkısı.)
Önce dayılanırsın: “Aşkınla yana yana, kül olsa da bu ocağım, bu gönül sayfasını artık kapatacağım.” (İsmet Nedim Saatçi’nin Muhayyer – Kürdi şarkısı.)
Kapatamaz, teslim olursun: “Ağladığın geceleri, kalbindeki acıları, çekinmeden bana getir, sen tükenme, beni bitir!”
Aşk böyle bir şeydir, birisini seviyorsan her şeyiyle seversin.
Yarım hamilelik olmaz bu işlerde. Ya seversin, ya sevmezsin.
Zor bir duygudur. Bazen bu nedenle delirebilirsin, aklına gelmeyecek şeyler yapabilirsin ama aşk da zaten bir yarı delilik halidir.
Canın yansa bile senin halini sormasını beklemezsin, kadehindeki zehri o değil, sen içmek istersin.
Erol Sayan’ın Muhayyer – Kürdi kürdi şarkısıdır, “kadehinde zehir olsa, ben içerim bana getir / dudakların mühür olsa ben açarım bana getir / ağladığın geceleri, kalbindeki acıları / çekinmeden bana getir, sen tükenme, beni bitir.”
Ama sevmekten kim usanır ki?
Onun da şarkısı var: “Sevmekten kim usanır, tadına doyum olmaz, hangi gönül uslanır, sevenle oyun olmaz.” (Teoman Alpay’ın Rast şarkısı.)
Bir daha o tuzağa düşmeyeceğim diye yeminler edersin. “Kaç kere yemin ettim, kaç gönüle girdim.”
Gerçek karşında dikilir: “Sensiz yaşayamıyorum, bak yine geri geldim.”
Kuşku duymayın ki bütün o olup bitenlerden sonra geri gelmek kolay değildir.
Onunla da olamayacağını düşünürsün, onsuz olursan artık bir daha hiç nefes alamayacağını da!
Zor bir durumdur, ama alaturka şarkılar yardım eder, biraz gözlerin nemlenir, utanmazsan ağlayabilirsin de.
Ne yaparsan yap, beyninin içinde bunu çözemezsin ama şarkılar söyler, en yakın arkadaşlarına bile anlatamayacağın duygularını yüksek sesle bağırabilirsin.
İrfan Özbakır’ın Mahur şarkısıdır: “Şarkımı senin için yazdığımı bilseydin, dünyanın bir ucundan kalkıp bana gelseydin.”
Gelmezler, boşuna beklersin.

Dertlerini kadehlere doldurur, bitsin diye içersin ama bitmez.

İşte o zaman Aşık Mahsuni Şerif’in bu türküsünü içinden söylersin, kimse duymasın, kendi acınla onu da üzme, acını bir başına çek diye:
“İşte gidiyorum çeşmi siyahım / Önümüzde dağlar sıralansa da.”

Aşk budur, acıtır, yorar ama yaşamadan da duramazsın!

Şarkılarımız, türkülerimiz de buna eşlik ederler, bazen hüzünle, bazen neşeyle.

Bunun için de hiç yasaklanmadılar.

——————————–