Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsveç’in NATO üyeliğinin TBMM tarafından onaylanmasının karşılığında Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde önünün açılmasını istedi.
Bu isteğe olumlu yanıt veren sadece NATO Genel Sekreteri oldu ki onun da AB ile ilgili ne yetkisi var ne de görevi.
Buna karşılık AB ile ilgili söylediği sözü ciddiye alınacak iki ülkeden biri olan Almanya Başbakanı “Türkiye’nin AB üyeliği süreci ile İsveç’in NATO’ya katılımı arasında bağlantı olmadığını” söyledi.
AB’nin bir diğer büyük ağabeyi Fransa ise hiç oralı bile olmadı.
Lüksemburg Dışişleri Bakanı da “Türkiye’nin AB üyeliği süreci ile İsveç’in NATO’ya katılımı birbiriyle alakasız” diyenlerden biriydi.
“AB kapısı 2005’ten beri Türkiye’ye açık, özellikle insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygı açısından belirtilen koşulları karşılaması yeterli” diye de ekleyecekti.
Erdoğan bunları bilmiyor olabilir mi?
Elbette biliyor, bilmiyorsa 22 senedir ülkenin başında boşuna oturmuş demektir.
Erdoğan’ın bildiği bir başka gerçek ise İsveç’in NATO üyeliğine daha fazla karşı çıkacak gücünün kalmamış olduğuydu.
Bir yandan “yabancı yatırım, sıcak para” diye dualar ederken diğer yandan Avrupa ve ABD’ye kafa tutamayacaktı.
Bir “dünya lideri” olduğuna göre bunu elbette söyleyemezdi.
Onun için İsveç’in NATO üyeliği konusu ile hiç ilgisi olmayan Türkiye’nin AB üyeliği konularını birleştirdi.
Çünkü propaganda gücüne güveniyor, bu güçten yararlanarak İsveç’in üyeliğini kabul etmesi karşılığında çok kazanımlar elde ettiği konusunda halkı ikna edeceğini biliyor.
Muhalefet de bugünkü dağınıklığı ve sarsaklığı içinde ne olup bittiğini açıklayacak durumda değil.
Nitekim, Cumhurbaşkanı’nın İsveç’e üyelik yolunu açmasının ardından AKP medyasında “kazanılan zafer” ballandırılarak anlatılıyor.
Bu diplomatik hamlenin kazançlarından biri de “İsveç’in Türk vatandaşlarına AB vizesi serbestisini desteklemesi” olacakmış.
Vizenin kaldırılması, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığı döneminde imzalanan göç geri kabulü ile ilgili anlaşmanın bir konusuydu.
Anlaşmaya göre Türkiye bazı şartları yerine getire ek ve AB ülkelerinin Türk vatandaşlarına uyguladıkları vize kaldırılacaktı.
Bunların “kolay” olanları hemen yapıldı.
İçlerinde Erdoğan için yapılması “zor olanlar” kaldı ki yıllardır anlaşmanın yürürlüğe girememiş olmasının nedeni de bu.
Hafızaları tazeleyelim:
AB, vizenin kaldırılması için terör suçları ile ilgili tanımın netleştirilmesini istiyor.
Yolu savcılığa her düşenin “terörist” diye suçlanması bu muğlaklıktan kaynaklanıyor çünkü.
Ve AB vizeyi de kaldırdığında, Türklerin kitleler halinde siyasi mülteci olmasından çekiniyor.
Çünkü bu tanım netleşip, gerçekten ve sadece terör suçlarına yönelik bir cezalandırma gelince, mesela Merdan Yanardağ’ı hapse tıkamayacaklar.
Osman Kavala’ya, Gezi tutuklularına, emekli generallere hapiste eziyet edemeyecekler.
Selahattin Demirtaş’ı, hapishanede tutmaya devam etmek mümkün olmayacak.
Bu konu bir türlü çözülemiyor çünkü o zaman AKP Genel Başkanı’nın sevmediği tipleri hapse tıkmak için başka suçlar uydurmak gerekecek ki o da o kadar kolay değil.
Bir diğer konu, kişisel verilerin korunması meselesi. AB bu konuyu takip edecek kurulun “bağımsız” olmasını istiyor.
Oysa Erdoğan’ın bizzat yürürlüğe koyduğu yönetmeliğe göre kurulun dört üyesini Cumhurbaşkanı, 5 üyesini de Cumhurbaşkanı’nın partisinin çoğunlukta olduğu TBMM seçecek. Nerede kaldı bağımsızlık?
Milletvekilleri için hazırlanması gereken “etik yasası” ile, “yolsuzluklar ile mücadele konusundaki düzenlemeler” konusu ise Davutoğlu’nun Başbakanlığına mal olmuştu, hatırlayın.
AKP medyası, Erdoğan’ın çaresizliğini istediği kadar “diplomatik başarı” diye anlatmaya çalışsın gerçek bu:
Erdoğan’ın AB’ye girmeye niyeti filan yok.
Erdoğan’ın demokratikleşme ile ilgili bir meselesi de yok.
Bunlar söyleniyor çünkü yalanan tükürüklerin üzerine örtmek gerekiyor!
——————————-
