İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, sosyal medya hesabında paylaştığı bir videoda “namazla dalga geçtiği” ileri sürülen özel güvenlik görevlisi D.Y.’nin “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla” tutuklandığını açıkladı.
D.Y.’nin söz konusu sosyal medya hesabının kaç kişi tarafından takip edildiği haberde belirtilmemiş.
Ancak böyle bir hesaptan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu” çıkarılabildiğine göre ciddi bir sosyal medya fenomeni olmalı.
Çünkü bu suçun gerçekleşmesi için “toplumsal barışı bozmaya yönelik açık ve görülür bir tehlikenin ortaya çıkması” gerekir ki kimsenin tanımadığı bir güvenlik görevlisinin sosyal medya videosu bunu yapmaya yetmez.
D.Y’nin yaptığı şey namaz kılar gibi hareketlerde bulunurken Andımız’ı okuması. Yani “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlayan bir ant.
Acaba savcılık “Türküm, doğruyum, çalışkanım” sözlerine mi taktı?
Malum, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti devletine hâkim olan ideolojinin Türklük ile başı pek hoş değil, daha çok Pro Arap bir yaklaşımları var.
Hatta imkân olsa da gece yatıp sabah kalktıklarında Arap olarak uyansalar çok mutlu olurlar, iddiaya girerim.
Bunu aklımdan geçirdim çünkü “namazla dalga geçme suçu” diye bir suç kanunlarımızda yok.
Belli ki savcılık bu nedenle “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu” icat etmiş ancak onun da maddi temeli yok.
Öte yandan şunu bilmiyoruz, savcılık da belli ki o konuya girmemeyi tercih etmiş:
Belki de güvenlik görevlisinin dini inancı gereği ibadet şekli böyle.
Bu nasıl bir dindir, peygamberi kimdir, bilmiyorum, beni olduğu kadar savcıyı da ilgilendirmeyen bir durum bu.
Çünkü inanç özgürlüğü dediğimiz şey, her türlü inanç için geçerli olan bir özgürlüktür. Sadece İslam’ın belli bir yorumuna inananlar için geçerli olan, diğerlerinin hak etmediği türden bir şey değildir.
İster patates dinine inan, istersen dört kitaptan birine, istersen puta tap, istersen hiçbirine inanma!
İnanç özgürlüğü, bütün bunların hepsi için geçerli bir özgürlük ve eğer böyle bir din varsa ve ibadet şekli de buysa, savcıya oturup çayını karıştırmaktan başka bir görev düşmez.
Böyle bir inancın, “din” olup olmadığı meselesi de savcıyı ilgilendirmez.
Bir tek kişi bile böyle bir şeyin din olduğuna inanıyorsa, böyle bir inanç vardır, bu kadar basit!
Yeter ki bu inancını zor kullanarak dayatmaya kalkışmasın.
Türk hukukunda yazılı olan şeyin aynen bu olduğunu bilmek için Cebeci – Kızılay dolmuşuna binip, Hukuk Fakültesi’nin önünden geçmek de yeterlidir.
Ancak gördüğünüz gibi bu tür davaların ardı arkası kesilmiyor.
Çünkü Türkiye’de adalet sistemimiz siyasetin emrine girdi.
Hukuk, orasından burasından çekiştirilerek vatandaşları, rejimin istediği türden bir insan olmaya zorlamak için kullanılmak isteniyor.
Mesela “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu” karşısında son derece hassas olduğunu gördüğümüz bu savcıların hiçbiri, halkın bir bölümünü açıkça “ahlaksız” olarak niteleyip, festivalleri, konserleri, tiyatro oyunlarını yasaklatmak isteyenlere ve bunda da başarılı olanlara ses çıkarmıyor.
Oysa “yakın ve açık tehlike” bu tür olaylarda daha çok söz konusu.
Benzeri tıynette insanların, Sivas’ta Madımak Oteli’nde insanlarımızı canlı canlı ateşe verdiklerine tanık olduk.
Bu belki en uç örnek ancak “din elden gidiyor, çok açık giyindi, oruç yedi” teraneleri arasında insanların dövüldüklerine, taciz edildiklerine, işten atıldıklarına sıkça rastlıyoruz.
Halk arasında düşmanlık yaratma faaliyetlerinin, toplumsal barışı bozma tehlikesinden söz ediyorsak, gözlerimizi dört açıp dini koruma kisvesi altında bozgunculuk yapanları, Anayasal düzeni yok sayanları izlemeliyiz.
Değil mi sayın savcılar?
————————————
Uçağı keşke Müslümanlar icat etseydi
THY Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bolat, bir sosyal medya mesajına yanıt verirken uçakların kokpit ve kabinlerinde namaz kılmak isteyenler için düzenlemeler yapabileceklerini duyurdu.
İslam dini yer yüzüne indirildiğinde uçak yoktu; develer, eşekler, katırlar, atlar ve kayıkla seyahat edebilmek mümkündü, onların da kokpit ve kabin gibi sorunları haliyle yoktu.
Şimdi düşündüm de uçağı keşke Hristiyanlar icat etmeseymiş!
Bir Müslüman evladı bu buluşu yapabilmiş olsaydı, “uçakta mescit sorunu” o günden çözüme kavuşturulmuş olurdu.
Acaba uçakları niye Müslümanlar icat edemedi de Hristiyanlar icat etti diye de aklımdan geçti ama şimdi düşündüklerimi yazıp rahatımı bozmayacağım.
Tabii şimdi böyle bir sorun var ve belli ki vakit namazlarını kaçırmak istemeyen bazı kişilerden kaynaklanan bir talep de var.
Kıble meselesi sorun olabilir deniyor ama bunu halletmek kolay.
Uçaklarda bu iş için özel bir bölüm ayrılacaksa, oraya bir pusula koymak işten bile değil ancak özel bölüm ayırmak sıkıntılı olabilir.
Malum THY uluslararası bir hava yolu şirketi ve giderek de büyüyor ve emin olun ki başka dinlere mensup müşterileri arasında da tıpkı vakit namazını kaçırmak istemeyecek kadar dinine bağlı insanlar da olacaktır.
Demek ki mescit yetmez, bir şapel, bir havra hatta bir küçük Budist tapınağı bile gerekebilir.
Acaba THY Yönetim Kurulu Başkanı her uçağa refakat edecek bir de “ibadet uçağı” mı tahsis etse?
Askeri uçaklardaki havada yakıt ikmali gibi, yolcuları birinden diğerine geçirerek yer sorununu çözmeye yardımcı olur ancak bu durumda da filonun ikiyle çarpılması lazım. Bir de yakıt borusundan daha kalın, içinden insan geçecek çapta bir ikmal borusu gerekecek tabii.
Bir de Batıya giden bir uçakta mesela öğlen namazı kılacaksanız, bunu hangi zamana göre kılacaksınız?
Neredeyse her 10 kilometrelik uçuşta vakit yeniden gelecek anlamına geliyor bu.
Sorunlar bitmek bilmiyor, dedim ya uçağı Müslümanlar icat etmedi!
Diyelim ki pilot ve yardımcı pilot dini bütün Müslümanlar ve vakit geldiğinde kalkıp, namaza duracaklar. Uçağı o vakit kim ele alacak? Aynı sorun kabin görevlileri için de geçerli.
Acaba böyle durumlarda uçağa bir de dini Müslüman olmayan pilot, yardımcı pilot ve kabin görevlileri de mi eklense? Namaz vakti gelince görevi onlar devralır, uçuş tehlikeye düşmez.
Ancak bu durumda da personel sayısını ikiyle çarpmak gerekecek ki maliyetler giderek artacak anlamına geliyor.
THY Yönetim Kurulu Başkanı’ndan bu sorunu çözmesini isteyen kişi, pilot ve kabin görevlilerinin sakal ve baş örtüsü konusunda da serbest bırakılmalarını istemiş.
Baş örtüsünün bir sakıncası yok normal olarak, ancak dini bütün bir örtülü kadının, bir uçakta nikah düşecek erkeklere servis yapması ne kadar doğru?
Servisin içinde alkollü içki de var. Alkolü mü kaldırmalılar, yoksa kadın kabin görevlisinin bulunduğu uçaklara sadece kadın yolcu alma seçeneğini mi değerlendirmeliler?
Acaba “kadının yeri evidir” deyip, hepsini işten mi atsalar?
Bilemedim, hangisi daha doğru olur.
Sakallı kabin görevlisi ve pilot meselesi daha karışık!
Uçağa daha binerken karşında Usame Bin Ladin kılıklı bir adam görenlerin tepkisi ne olur? Uçak kaçırılacak diye korkup, binmekten vaz geçerler mi?
Yönetim Kurulu Başkanı’nın işi çok zor vesselam!
—————————