Gideon Levy
t24.com.tr

İsrail ile İslam coğrafyası arasındaki fark

“Tüm bunların arkasında İsrail’in kibri yatıyor: İstediğimiz her şeyi yapabiliriz, yaptığımız şeylerin bedelini ise asla ödemeyiz ya da cezalandırılmayız diye düşünüyoruz. Sanki istediğimiz her şeyi yaparız da hiç rahatsız edilmeden hayatlarımıza devam ederiz diye düşünüyoruz.

Filistinli insanları tutukluyor, öldürüyor, taciz ediyor, mülksüzleştiriyoruz, aynı zamanda da Filistinlilere pogrom düzenlemekle meşgul İsrailli yerleşimcileri koruyoruz.

Masum insanlara ateş edeceğiz, insanların gözlerini çıkaracağız ve yüzlerini parçalayacağız, onları kovacağız, süreceğiz, el koyacağız, soyacağız, insanları yataklarından kaldıracağız, etnik temizlik yapacağız ve tabii ki Gazze Şeridi’ne yönelik inanılmaz kuşatmayı sürdüreceğiz ve her şey yoluna girecek öyle mi?

Gazze’nin etrafına korkunç bir set inşa edeceğiz (sadece yeraltı duvarı 3 milyar şekele yani 765 milyon dolara mal olduğunu hatırlayalım) ve bu korkunç set sayesinde güvende olacağız öyle mi?

Tüm bunlarla uğraşmak istemediğimiz için diplomatik bir çözüm girişimini küstahça reddetmeye devam edeceğimizi ve her şeyin sonsuza kadar bu şekilde devam edeceğini düşünüyorduk.

Bunun böyle olmadığı bir kez daha kanıtlatmış oldu. Birkaç yüz silahlı Filistinli o korkunç seti aştı ve hiçbir İsraillinin hayal bile edemeyeceği bir şekilde İsrail’i işgal etti. Birkaç yüz kişi, acımasız bir bedel ödemeden 2 milyon Filistinliyi sonsuza kadar hapsetmenin imkânsız olduğunu kanıtlamış oldu.

İsrailliler cumartesi günü Gazze’deki tüm mahalleleri yok etmekten, Şeridi tamamen işgal etmekten ve Gazze’yi “daha önce hiç cezalandırılmadığı şekilde” cezalandırmaktan bahsediyorlardı. Fakat İsrail 1948’den bu yana Gazze’yi cezalandırmayı bir an bile bırakmadı!

75 yıllık istismarın ardından, bir kez daha mümkün olan en kötü senaryo Gazze’yi bekliyor. “Gazze’yi dümdüz etme” tehditleri tek bir şeyi kanıtlıyor: Hiçbir şey öğrenmemişiz! İsrail bir kez daha ağır bir bedel ödüyor olsa da kibrini korumaya devam edecektir.

Başbakan Benjamin Netanyahu yaşananlarda en büyük bir sorumluluğu taşıyor. Bu sorumluluğun bedelini ödemek zorunda ancak bu mesele onunla başlamadı ve o gittikten sonra da bitmeyecek.

Şimdi hem İsrailli kurbanlar için hem de Gazze için acı acı ağlamalıyız. Tek bir gün bile özgürlüğü tatmamış olan Gazze için; nüfusunun çoğu İsrail’in sürdüğü mültecilerden oluşan Gazze için ağlamalıyız.”

Yukarıya aktardığım bu yazı, İsrail’in önde gelen gazetelerinden Haaretz’in İngilizce versiyonunda 9 Ekim günü yayımlandı.

Yazıyı yazan gazeteci Gideon Levy, haftada bir Haaretz gazetesinde özellikle İsrail işgali altındaki Filistin topraklarında yaşanan insan hakları ihlallerine odaklanıyor. Bu yazılarıyla 2021 yılında İsrail’in en önemli gazetecilik ödülü olarak tanımlanan Sokolov Ödülü’nü kazandı. Sokolov, Yahudi gazeteciliğinin öncülerinden sayılıyor, adına konulan ödül araştırmacı gazeteciliği teşvik amacını taşıyor.

Levy, bu yazısını terör saldırısı ile yüz yüze kalan, Başbakan’ın sözleriyle “savaşa girmiş” bir ülkede yayınladı.

Ve bu nedenle rejimin “yaptırımları” ile karşılaşmadı.

Hapse atılmakla tehdit edilmedi, savcı ifadeye çağırmadı, vatan hainliği ile suçlanmadı, terörist sevicisi yaftası yemedi.

Şimdi tersini düşünelim.

Bu yazının bir benzerini, İslam coğrafyasındaki herhangi bir ülkede yazabilir miydi?

Sahra’nın altındaki üstündeki, doğusundaki ya da batısındaki herhangi bir Müslüman ülkede ülkesinin yönetimini eleştiren, İsraillilerin de bazı konularda haklı olabileceğini vurgulayan bir yazıyı yazmayı aklından dahi geçiremezdi. Aklından geçirse, yayınlayabilecek yayın organı bulamazdı. Hadi hepsi bir arada oldu diyelim, şu anda bir zindanda başına nelerin geleceğini bekliyordu.

Bakın gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın mezarı bile yok! Ondan ölçün, rejim aleyhtarı bir gazetecinin başına nelerin gelebileceğini.

Bir soru daha: Bu coğrafyada, rejimi demokrasiye nispeten benzeyen Türkiye’de yazabilir miydi?

Yazabilirdi kuşkusuz, yayınlayacak yayın organı da bulabilirdi; bazı şeyleri göze almak kaydıyla!

Savcılığa gitmesi kaçınılmaz olurdu.

Rejimin büyüklerinin “ihanet, terör seviciliği” gibi suçlamalarına hedef olurdu.

Türklüğü aşağılamaktan tutun da terör örgütü üyesi olmamakla birlikte terör örgütü propagandası yapmak, suç olan eylemi övmek, T.C. devletinin organlarına hakaret etmek gibi bin türlü suçlamayla yargılanır, mahkûm da edilirdi.

Sayısız örnekleri var.

Gerçekten işlenmiş bir suçu hatırlattığı için dokunulmazlığı kaldırılıp yargılanmak istenen Milletvekili Sezgin Tanrıkulu en taze örneklerden biri.

TGS’nin geçen ay yaptığı açıklamaya göre hapisteki gazetecilerin sayısı 21.

İsrail ile bütün İslam coğrafyası arasındaki temel farklardan biri bu işte.

Orada bir gazeteci Başbakan Netanyahu’ya “çek git artık, bunlar senin yüzünden oluyor” diyebiliyor. Bunu, ülkenin en saygın gazetelerinden birinde yapabiliyor.

Bizde ise hükümetin istifasını istediler diye ömür boyu hapse mahkûm edilenler var. Osman Kavala ve Gezi esirlerini hatırlayın.

Selahattin Demirtaş ve parti yöneticisi arkadaşları, bir siyasi partinin en doğal hakkı olan şeyi yaptıkları ve yandaşlarını hükümeti protestoya çağırdıkları için hapisteler, ömür boyu hapis istemiyle yargılanıyorlar.

Türkiye gibi serbest seçimlerin yapılabildiği bir ülkede bile hükümetin hazzetmediği fikirleri savunmak, en tehlikeli işlerin başında geliyor.

Düşünün ki Türkiye, bunların içinde demokrasiye en yakın olanı!

Arapça konuşan coğrafya ise bir türlü gelişemiyor çünkü hepsi pençelerini halkın boğazına geçirmiş, yolsuzluklara batmış, tek öncelikleri iktidarlarını korumak olan diktatörlerin yönetimi altında.

Not: Gideon Levy’nin yukarıda aktardığım yazısının çevirisi, Serbestiyet’ten Hasan Ayer’e ait.

——————————-