İliç’teki maden cinayetinden sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı “alınan numunelerden sonra kirlilik tespit edilememiştir” açıklamasını yaptı.
Alınan numunelerden nasıl sonuçlar elde edilmiş, bunu bilmiyoruz. Bakanlık açıklama gereği duymamış. Oysa şeffaflık bu tür konularda kamuoyunu tatmin etmek için çok önemli. Numunelerin nereden, nasıl alındığı ve sonuçları açıklanmış olsaydı, konunun uzmanlarının bu konuda ne düşündüklerini de öğrenirdik.
Jeomorfoloji uzmanı Prof. Dr. Tolga Görüm’ün toprak kayması ile ilgili ilk açıklamasını Fatih Altaylı yazdı.
Prof. Dr. Görüm “olayın gerçekleştiği kesim, siyanür ile leaching yapılan alanda, henüz tetikleyicisi net bilinmeyen ama 3 milyon ton ayrıştırılmış toprağın akışa geçtiği ve bunun yapay bir malzeme üzerinde meydana geldiği” diyor.
Prof. Dr. Görüm’ün “yapay malzeme” diye tanımladığı şey, siyanür ile yıkanmış toprağın biriktirildiği havuzların altına serili olan su geçirmez muşamba benzeri bir örtü olmalı.
Siyanür ile yıkanmış toprağın biriktirtildiği yerlerde böyle bir örtünün serilme nedeni ise siyanürlü suyun, toprağa sızarak yeraltı sularını ve toprağı kirletmesini önleyebilmek.
Yani siyanür ile yıkanmış toprak, yerinden kaydı ve artık altında böyle bir “sızdırmaz örtü” de yok.
İçişleri Bakanı’nın açıklamasından öğrendik ki 9 – 10 milyon metreküp siyanür ile yıkanmış toprak, 100 dönüme ulaşan bir alana yayılmış durumda. Eski Başbakan Binali Yıldırım’a göre ise siyanürlü heyelanın yayıldığı alan 300 dönüme ulaşıyor. Hangisi doğru, kime inanmak gerekir, bu ayrı bir mesele.
Bildiğimiz şey şu: Altında su sızdırmaz örtü bulunmayan 9 – 10 milyon tona varan siyanürle yıkanmış toprak, 100 ile 300 dönüm arasındaki bir araziye yayılmış durumda ve Çevre Bakanlığı bu topraklarda “kirlilik tespit edilemediğini” söylüyor.
Altın madenlerinde, siyanürlü toprağın altına su sızdırmaz örtüler serilerek açık havada depolanmasının amacı toprağın yıkandığı suyun içindeki siyanürün zaman içinde buharlaşarak uçmasını sağlamak. Bakanlık açıklaması doğruysa siyanür buharlaşmış demek. Mümkün mü? Evet bu mümkün.
Ancak unutmamak gerekiyor ki tersi de mümkün.
Zaten siyanürle altın arama faaliyetlerine karşı çıkılıyor olmasının nedeni de bu olasılık.
Çamurun altına serilen muşamba patlayabilir, yırtılabilir o vakit siyanürlü su toprağa sızar ve yeraltı sularını, toprağı kirletir, o bölgelerdeki insanların hayatlarını tehdit eder hale gelir. Nitekim bu tür kazalar eksik olmuyor, sadece ülkemizde değil, dünyanın başka yerlerinde de siyanürle altın, gümüş aramanın riski bu.
Kazdağları’nda, İliç’te, Bergama’da bu yöntemle altın aranmasına karşı çıkılmasının nedeni de tam olarak bu.
Şirketler kullandıkları yöntemlerin bilimsel olduğunu, her türlü tedbiri zamanında aldıklarını söylüyorlar, söylemeye de devam edecekler.
Ama bakın İliç’teki madeni işleten Kanadalı şirket ve yerli ortağı da aynısını söylemiyor muydu?
2022’deki siyanür sızıntısı da burada gerçekleşmemiş miydi?
Madeni işleten Kanada şirketi (SSR Mining) ve Türk ortağı (Çalık Holding) “benzer durumların önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması konusunda kararlıdır” açıklamasını yaptı.
“Benzer durumları önlemek için her türlü tedbiri almaya kararlı” şirket, bu kaymayı neden önleyemedi sorusunu yanıtlamıyor.
Ya toprağın yığıldığı yer için geliştirilmiş yöntemler yanlıştı ya da yöntemler doğruysa uygulama hatalıydı.
Nitekim Maden Mühendisleri Odası Başkanı Ayan Yüksel “burada, uluslararası standartlarda madencilik yaptığını iddia eden uluslararası bir şirket ne yazık ki bunu bize layık görür kendi ülkesinde bu madenciliği onlara yaptırmazlar” diyor.
——————————————–

Zaferin rengi
El Salvador, 1969 yılında Dünya Kupası eleme turlarındaki üçüncü maçın ardından, Honduras’taki göçmen El Salvadorlulara kötü muamele edildiği gerekçesiyle Honduras’a savaş ilan ettiğinde ben Fenerbahçe ile yatıp Fenerbahçe ile kalkan bir çocuktum. O yüzden gazetelerde okuduğum “futbol maçı yüzünden savaş çıktı” haberlerine hiç şaşırmamıştım. (100 saat süren savaşta 2 bin 100 kişi öldü, 10 binin üzerinde insan yaralandı.)
Çocukken daha çok fantezilere ve efsanelere açık olan kafamla futbol takımlarını ordulara, futbol maçlarını da bu ordular arasında yapılan savaşlara benzetirdim.
Onların da tıpkı devletler gibi bayrakları vardı, askerler gibi üniformalar giyiyorlardı filan.
Yaşım ilerleyip futbol kültürüm arttıkça futbolun sadece basit bir spor olmadığını da anladım.
Ne zaman birisi çıksa ve “futbolun kitleleri uyutucu etkisinden” söz etse varlıklarını ifade etmek için futbol sahalarına koşan, kulüpler kuran ezilmişleri hatırlarım.
Milli sporumuzun güreş olduğu ile ilgili yaygın bir kanaat var ama tarihin bu döneminde söyleyebileceğimiz tek şey mili sporumuzun artık futbol olduğu.
80 milyondan kalabalık ülkemizde güreş yapan kaç kişi kaldı, güreş karşılaşmalarının sonucunu kaç kişi merak ediyor?
Futbol ateşinin hepimizi sarmasının başlangıcı geçmişteki “ezildiğimiz günlere” dayanıyor.
Futbolun sadece futbol olmadığı, işgale karşı direnişin aracı olduğu günlere.
İstanbul işgal altında inlerken Fenerbahçe, efsanevi oyuncusu Zeki Rıza Bey’in (Sporel) golleriyle işgal ordularının futbol takımını yenmemiş olsaydı, belki de futbolla bu kadar içli dışlı olmayacaktık.
Bir ulusun tarihinde bir futbol karşılaşmasının bu kadar önemli olduğuna kaç kere rastlanır ki?
Fenerbahçe işgal altındaki İstanbul’da yabancı güçlerin futbol takımları ile 50 maç yapmış ve bunların 41’ini kazanmıştı.
Ama en önemlisi de Kurtuluş Savaşı’nın ardından henüz işgal sürerken İngilizlerle oynanan General Harington Kupası maçıydı.
Bugün vizyona giren Zaferin Rengi isimli film, bu son maç üzerinden işgal altındaki İstanbul’da direnişin destanını anlatıyor.
Filmin fonunda elbette futbol ve Fenerbahçe var ama bu bir futbol ve Fenerbahçe filmi değil.
Müdafai Milliye Teşkilatı’nın önderliğinde işgale karşı direnişi ve Kurtuluş Savaşı’nın önemli dönüm noktalarını anlatan bir film.
Yönetmen Abdullah Oğuz, günümüzün büyük oyuncularını bir araya getirmiş ve sonuna kadar heyecanla izlenen bir film yaratmış.
—————————————
