RADİKAL

Sorun demokrasimizin yarım olması

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ‘başkanlık sistemi’ önerisi esas itibariyle bir ‘istikrar arayışı’nın ürünü. Bizim gibi ülkelerde ‘istikrar’ her şeyden daha çok önem verilen bir şey.

Toplum yeterince organize olamadığı, işler büyük ölçüde merkezdeki siyasi otoritenin kontrolünde olduğu için, bu siyasi otoritenin zaafları ülkenin bütünüyle yönetilemez hale gelmesine yol açıyor.
Birbiri ardı sıra gelip giden hükümetler, ortada devamlılık gösteren bir sistem olmadığı için her seferinde hayatın bir anlamda alt üst olmasına yol açıyor.
Bu durumda ‘istikrar arayışı’nın ön plana çıkması çok doğal. Doğal olmasına doğal ama ‘yeterli’ değil. ‘İstikrar’ın ne pahasına sağlanacağı gibi önemli bir soru da var ortada.
Bugün karşılaştığımız görünürdeki en önemli problem Meclis’te tek başına iktidar olacak çoğunluğa mevcut siyasi partilerin ulaşamıyor olmaları. Cumhurbaşkanı’nın ‘istikrar’ arayışının temelini bu oluşturuyor: Madem ki güçlü bir yürütme organı, yasama organının içinden çıkartılamıyor, o halde yürütme ile yasama organı arasındaki bağı keselim, yürütmeyi ayrıca seçelim!
Bu öneri gerçekleştiğinde gerçekten de ‘güçlü’ bir yürütme organının seçimler aracılığıyla oluşturulması mümkün. Ama acaba bu Türkiye’nin sorunlarını çözmeye yeter mi? İşte bu konuda tereddütlerim var.
Aslında bizim en önemli sorunumuz her şeyden önce Meclis’in temsil kabiliyetini haiz olması.
Bir yandan demokrasimizin yarım olması, diğer yandan bu demokrasinin sınırları içinde bile her siyasi düşüncenin kendisini Meclis’te ağırlığı oranında temsil edemiyor olması ciddi bir problem. Bugün tartışıldığı haliyle başkanlık sistemi önerisi bu sorunlara bir çözüm getirmiyor. Ne demokrasinin tüm siyasi görüşlerin özgürce ifade edilir hale getirilmesi söz konusu, ne de dar bölgeli iki turlu seçim sistemi her siyasi görüşün Meclis’te toplumdaki ağırlığı oranında temsiline imkân tanıyor. Hatta tam tersine bazı
‘istenmeyen’ siyasi görüşlerin Meclis’te temsilinin önüne geçilmesi bile hedefleniyor.
Mevcut örgütsel yapılarıyla siyasi partiler liderlerin sultası altında. Hatta yasama organı bile tek tek bu liderlerin kişisel tercihlerinden oluşuyor. Bugünkü parlamenter sistemi işlemez hale getiren bu durumun, başkanlık sisteminde de devam etmesinin önüne geçecek bir öneri yok. Bugün başbakan hem yürütme gücünün hem de yasama gücünün ‘tek sahibi’ olarak sistemi nasıl dejenere ediyorsa, aynı şekilde seçimle gelecek başkan da sistemi dejenere edebilir.
Demek ki yapılması gereken şey yasama organının gerçekten yürütmeden bağımsız olabilmesi ve yürütmeyi Anayasa ve yasalar çerçevesinde denetleyebilmesinin yolunun açılması.
Başkanın sahip olacağı yetkileri bir süre sonra tek adam diktatörlüğüne varacak şekilde kullanmasının önüne geçecek güçlü bir yasama organının da varlığı şart. O zaman yine başa dönüyoruz: Demokrasinin genişletilmesi, her görüşün mecliste ağırlığı oranında temsilinin sağlanması ve milletvekillerinin ‘tek seçiciler’ tarafından atanmalarının önüne geçilmesi gerekiyor.
Demokratik sistemi doğru dürüst işletecek en önemli güçlerden birisi olan yargının durumu ise nedense ısrarla göz ardı ediliyor. Cumhurbaşkanı’nın önerileri içinde bu konuyla ilgili bir detay yok.
Bu yüzden Cumhurbaşkanı’nın ‘istikrar arayışını’ haklı bulmakla birlikte bunun tek başına ‘yeterli’ olamayacağını düşünüyorum.
Bugün yaşadığımız sorun doğrudan doğruya Türk demokrasisinin eksikli olması sorunudur, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işletilemiyor olması sorunudur.