Bülent Ecevit’in Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in görev süresinin bir dönem daha uzatılmasına ilişkin önerisi, Cumhurbaşkanı’nın ‘başkanlık sistemi’ önerisiyle üst üste gelince biraz gürültüye gitti.
Cumhurbaşkanı’nın bugünkü güçler dengesi içinde ayağı en çok yere basan konumda olduğu bir gerçek.
Cumhurbaşkanı’nın güç odakları nezdindeki kişisel prestijinin ve geniş olduğu varsayılan toplumsal desteğinin, Ankara’da adına siyaset yapmak denilen bir tür kayıkçı kavgasının sürdürülebilmesine olanak sağlayacağı düşünülüyor.
Daha açık bir deyişle Ankara’da statükonun muhafazası için Cumhurbaşkanı’nın bir dönem daha oturduğu koltukta oturmaya devam etmesi gerekiyor.
Bu gerçekleşirse Bülent Bey de, Mesut Bey de, Tansu Hanım da, Deniz Bey de ve hatta Hüsamettin Bey de en azından bir dönem daha yerlerini muhafaza edebilecekler.
Refah Partisi’nin (Dilim bir türlü Fazilet demeye alışamadı) herkes tarafından kesin görülen önümüzdeki seçim zaferinin doğurabileceği sonuçları, yine askere havale etmeyi düşünen anlayışın Demirel’in toplumsal prestijinde bir tür güvence bulduğu da bir gerçek.
Öte yandan Cumhurbaşkanı da (her ne kadar görev süresi sona ermeden böyle bir konuyla ilgili olarak konuşmayacağını söylüyorsa da) esas olarak statükonun korunmasından yana.
Yaptığı sistem değişikliği önerisinin gerisinde bu var. Yani biz yine siyaseti bildiğimiz gibi yapmaya devam edelim, Refah gibi sistemi kazaya uğratabilecek pürüzleri gidermek için de hükümeti ayrı seçelim, ikili bir parlamento oluşturalım, seçim sistemiyle oynayalım ve her şey aynı kalsın..
Cumhurbaşkanı’nın başkanlık sistemi önerisine siyasi partilerin liderlerinden gelen tepkiler bu yüzden yalnızca biçim ile ilgili.
Siyasetin yapılış tarzının değişmesine, siyasi partilerin demokratik bir yapıya kavuşturulmalarına, yerel yönetimlerin iktidara ortak olmalarına yönelik ne bir öneri var ne de bu konuda Cumhurbaşkanı’nın teklifine yöneltilen bir eleştiri.
Ankara’daki siyaset sahnesinin oyuncuları her şeyden o kadar memnunlar ki hiçbir şeyin değişmesini istemiyorlar.
Toplumsal bir baskı olmasa seçim kanununa ellerini bile sürmeden seçime gitmeye de hazırlar. Onlar da biliyorlar Refah’ın böyle bir seçimden yine birinci parti olarak çıkacağını ama önemsemiyorlar. Nasıl olsa Refah’ın yaratacağı ‘tehlikeleri’ bertaraf etmeye hazır bazı güçler var diye düşünüyorlar. O güçlere Refah’ı eleme imkânını veririz, Cumhurbaşkanı o gücün ‘istenmeyen’ şeyler yapmasını önler, maç hep olduğu gibi yine Tansu Hanım ile Mesut Bey’in ve Deniz Bey ile Bülent Bey’in arasında oynanır, biz de gül gibi geçinip gideriz diye düşünüyorlar.
Oysa sistem gerçekten tıkandı. Bunu görmüyorlar. Partilerin liderlerin kişisel dükkânları haline geldiği, bu yapılarıyla Türk halkının özlemlerine yanıt veremeyeceği önemsenmiyor. Siyaset halktan soyutlanmış bir şekilde kapalı kapılar ardında oynanan bir tür müzikli sandalyeler oyununa dönüştürülüyor.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın ‘başkanlık sistemi’ önerisine karşıyım. Değiştirilmesi gereken bir şey varsa o da ilk elde siyasi partilerdir. Siyasi partiler üzerindeki liderlerin diktatoryal hâkimiyetini kırmak, siyaseti olabildiğince demokratik bir ortamda, olabildiğince geniş kitlelere yaymak gerekiyor.
Türk demokrasisinin kurtuluş yolu siyasi partileri liderlerinden kurtarmaktan geçiyor.