MİLLİYET

Kamuoyunun güveni böyle zedeleniyor

 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “türban” üzerine yeni bir tartışmaya neden olan mülakatı yapmadığını, “onlara röportaj vermedim, o gazeteciyi hatırlamıyorum, derleme haber yapmış olabilirler” açıklamasını hiç yadırgamadım.

Aynı şekilde Welt am Sonntag Gazetesi’nin Yayın Yönetmeni Chiristoph Keese’nin “Röportajı Davos’ta Erdoğan ile yanyana otururken yaptım. Erdoğan metni Cüneyd Zapsu’ya onaylatmamı rica etti. Karşılıklı yazışmalar sonunda metin onaylandı. Bu yazışmalar belgelenmiş durumdadır” şeklindeki feryadını da..
Bu durum biz Türk gazetecilerinin başına çok sık gelir.
Siyasetçi, futbolcu, kulüp yöneticisi, kamu görevlisi, artist, özel şirket yöneticisi hiç fark etmez..
Önce konuşurlar, sonra söyledikleri şeyler beklemedikleri bir tepkiyle karşılanınca, “Ben böyle bir şey söylemedim” diyerek zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmak isterler..

Radikal görüşlerdi ve…
Keese ile Erdoğan arasındaki “anlaşmazlık”, Cüneyd Zapsu’nun metni onaylayıp onaylamadığı konusu, bana başımdan geçen eski bir olayı hatırlattı.
O tarihte Ankara’da Yankı dergisinde çalışıyordum.
İktidarda 2. Milliyetçi Cephe hükümeti vardı ve MHP’li bir bakanla makam odasında bir konuşma yapıyordum.
Konuşmanın bir yerinde, şimdi adını tekrarlayıp yeni bir polemiğe girmek istemediğim MHP’li bakan, “bankalar ve sigortaların devletleştirilmesi”nden söz etti.
Oldukça radikal görüşlerdi.
Kendisine bu görüşlerini yazıp yazamayacağımı sordum.
Çekmecesini açtı, bir parti programı ve seçim beyannamesi uzattı. “Yazabilirsin ama kullandığın ifadeleri bu kitaplardan kontrol et, farklı bir ifade biçimi olmasın” dedi.

Tanık olmasa..
Yanımda o günlerde MHP’ye yakın olan gazeteci arkadaşım Avni Özgürel de vardı.
“MHP’nin o yıllarda kullandığı terminolojiye” aşina olduğu için söyleşinin o bölümünün yazılmasında bana yardım etti.
Program ve seçim beyannamesinden ilgili yerleri bulduk, aynı sözcükleri kullanarak bakanın söylediklerini yazdık. Telefonda yazdıklarımızı okuduk ve onayını aldık.
Söyleşi dergide yayımlanınca hükümetin AP’li kanadı tepki gösterdi.
Bunun üzerine bakanın yaptığı yazılı açıklama elime geldiğinde küçük dilimi yutacak gibi oldum: Böyle bir söyleşi yapılmadı, ben böyle bir şey söylemedim!
Patronumuz ve Genel Yayın Müdürü Mehmet Ali Kışlalı’nın gazabından beni koruyan şey Avni Özgürel’in tanıklığı oldu.

Sesini yalanlayan bile var
Meslek yaşamım boyunca bu tür olaylarla o kadar çok karşılaştım ki, şimdi muhabir arkadaşlarımdan yaptıkları konuşmaları banda kaydetmelerini özellikle istiyorum.
Ve buna rağmen, banttaki sesini yalanlayanlarla bile karşılaşabiliyoruz.
Erdoğan ile Keese arasındaki görüşmenin nasıl cereyan ettiğini bilmiyorum. Cüneyd Zapsu’nun metni onaylarken bir atlama yapmış olması da mümkün, gazetecinin unuttuğu bir cümlenin sonradan onay sırasında hatırlanmamış olması da..
Bunlar her gazetecinin ve her siyasetçinin başına sıkça gelebilecek şeyler.
Ama keşke Başbakan “Böyle bir röportaj yapılmadı, o gazeteciyi hatırlamıyorum” demeden önce danışmanlarına konuyu araştırmalarını söyleseydi.
Bir siyasetçi için en önemli şey, kamuoyunun onun söylediği sözlere güven duymasıdır.
Bu tür örnekler en azından bu güveni zedeliyor.