BRÜKSEL – Birinci Viyana Kuşatması’nın bildiğimiz anlamda “gerçek bir kuşatma” olmadığını yazıyor kitaplar.. O yıl erken bastıran yağmurlar yüzünden ordunun aralarında toplar da bulunan önemli ağırlıklarını Viyana önüne kadar götüremediğini, bu yüzden “kapıya kadar gidilip sancak gösterilerek geri dönüldügünü” de…
Dün bir ara Brüksel’in koyu gri göğüne ve bazen hiç durmayacakmış gibi yağan yağmuruna bakarak bunu hatırladım.
Bu yağmur da, bundan yaklaşık 400 sene önceki “ataları” gibi Avrupa kapısından bir kez daha dönüşümüze mi tanıklık edecekti?
Hiç uyunmadan geçirilen bir gecenin sabahında ilk aldığımız haberler hiç de “iç açıcı” değildi..
Türkiye’nin önüne hazmı zor bir karar metni konulmuştu ve kimse bunun sonunun nereye varabileceğini düşünmek bile istemiyordu.
Saatler böyle geçti:
“Sorun aşılmış..”
“Yok, hayır aşılmamış..”
“Yeni bir formül önerdik, kabul etmediler..”
“Tamam, derogasyonlar bile yumuşatılmış..”
“Papadopulos inat ediyor, galiba masadan kalkılacak..”
“AB’nin ağabeyleri, Papadopulos’u ikna etmeye çalışıyor..”
Neredeyse yarım saat arayla gelen ve birbirinin tamamen tersi haberler, içerideki görüşmenin ne kadar zorluklarla yürütüldüğünü gösteriyor her seferinde..
İki ileri, bir geri..
Mehter takımı gibi: İki ileri, bir geri.. Bazen üç geri, yarım ileri..
Televizyoncuların işi biz gazetecilere göre daha da zor..
Yarım saatte bir “merkeze” bağlanmak ve bir şeyler söylemek zorundalar.
Ama ne söyleyecekler? Kimse bilmiyor, herkes top çeviriyor..
Brüksel’de öyle bir hava hüküm sürüyor ki, elinizi uzatıp o gerilimi yakalayabileceğinizi bile düşünüyorsunuz.
Birçok kişi işin bu kadar uzamasının anlamsızlığı üzerine fikir yürütüyor. Onlara göre “kelimelerin önemi” yok.. Oysa iki gündür verilen bütün mücadele kelimeler üzerinde sürüyor.
Temel sorunlar çözülmüş durumda, çünkü: Tarih kesinleşmiş, görüşmelerin tam üyelik amacıyla yapılacağının altı çizilmiş, bir tür “ayrıcalıklı üye” sonucu doğurabilecek istisnaların uygulanmasında Türkiye’nin kendi inisiyatifini kullanabilmesine olanak sağlanmış..
Ancak kararın Kıbrıs ile ilgili bölümlerinin nasıl kelimelendirileceği üzerinde bir türlü anlaşmaya varılamıyor. Kıbrıslı Rumlara AB yolunu açan büyük diplomatik hatanın bedeli ödeniyor, Denktaş’ın kulakları çınlatılıyor sık sık..
Gerilime alışmak..
Sonunda elde edilecek olan şeyin büyüklüğüne ve tarihi önemine bakınca, iki gün boyunca süren bu gerilimin aslında hiç de büyük bir bedel olmadığını düşünebilir insan.
Gerçekten de öyle.. Ama bu gerilime de alışmamız gerekecek gibi..
Türkiye uzun, ince bir yola çıkıyor.
Bu yol kolayca aşılabilecek, sıkıntısızca geçilebilecek bir yol değil..
Önümüzdeki yıllarda bundan çok daha fazla sorun yaratabilecek görüşmeler yaşayacağız.. Belki masadan kalkacağız, belki masaya oturmamıza bile izin verilmeyecek..
Viyana’daki gibi değil
Ama sonunda varacağımız hedefin büyüklüğü, bunların hepsini silip götürecek.
Nitekim Başbakan, Brüksel’deki son basın toplantısında bunun altını özellikle çiziyor: “Bundan sonra daha zor bir süreç bizi bekliyor. Türkiye insan potansiyeliyle evvel Allah bunu da aşacaktır!”
17 Aralık günü tarihe özel bir dipnot olarak kaydediliyor: Medeniyetlerin uzlaşmasında bir ilk adım olarak… Avrupa Birliği’ni global bir güç haline getirecek bir ilk adım olarak…
Brüksel’de karla karışık yağmur devam ediyor. Ama bu kez Viyana’dakinden farklı, umutlarla yüklü olarak dönüyoruz memlekete:
Güzel günler göreceğiz, güneşli güzel günler…
