Bugünkü Milliyet’in Dış Haberler sayfasında, önümüzdeki yılın 1 Mayıs’ında Avrupa Birliği’ne resmen üye olacak ülkelerle ilgili olarak hazırlanan “ilerleme raporları”nın içeriğiyle ilgili ayrıntılı bir haber var.
Türkiye için hazırlanan ve bazı çevrelerce olumsuz olarak yorumlanan son “ilerleme raporu”nun ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için bu haberi okumanızı öneriyorum.
Bu raporlar gösteriyor ki, altı ay sonra AB üyesi olacak ülkeler, birçok konuda yeterince “hazır” değiller.
Hazır değiller ama..
Polonya, Malta, Letonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Estonya, Kıbrıs, Litvanya ve Slovenya’da tespit edilen sorunlar, bu ülkelerin Kopenhag Kriterleri’ne uyum bakımından daha yapmaları gereken çok şeyler olduğunu gösteriyor.
Kopenhag Kriterleri, bildiğiniz gibi “siyasi” ve “ekonomik” kriterler olarak iki grupta ele alınıyor.
Siyasi şartlar en geniş anlamıyla demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarının korunmasını öngörüyor.
Bu ülkelerin neredeyse tümünde bu konuda ciddi eksiklikler saptıyor “ilerleme raporları”..
Şartlar, şartlar…
En önemlisi kişilerin serbest dolaşım haklarının hâlâ güvence altına alınmamış olması.. Birçok ülkede de hukukun üstünlüğü kavramını zedeleyen uygulamalar var. Mahkeme kararlarının uygulanmasında, eğitim ve kültürel haklar konusunda ciddi sorunlar tespit edilmiş.
Kopenhag Kriterleri’nin ekonomik şartları ise makro ekonomik istikrarın kurulmuş olması, ekonomik politikalarda istikrar, fiyatların ve ticaretin serbestleşmesi, pazara giriş ve çıkışların serbest olması ve mülkiyet hakları ile ilgili olarak kanunların ve sözleşmelerin uygulanabilir olması şeklinde ortaya çıkıyor.
Eksilere rağmen
Mayıs 2004’te tam üye olacak ülkelerin Slovenya dışında hemen tümünde bu konuda da eksiklikler var. Mali kontrol, kara para ile mücadele, tarım politikalarında istikrar, yolsuzlukla mücadele gibi ciddi sicil bozukluklarından söz ediyorum.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen bu on ülkenin üyeliği önünde bir engel artık bulunmuyor. Yapacakları tek şey mayıs ayına kadar oturup beklemek ve üye olmak. Gerisinin sonra çözümlenebileceği düşünülüyor.
Bu da gösteriyor ki, temel kriterlere uyum kadar AB üyelerinin siyasi tercihleri de üyelik konusunda önemli bir etken. Hatta tek önemli etken bile diyebiliriz.
Ağzıyla kuş tutsa!
AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen’in özellikle Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili olarak yöneltilen eleştirilere verdiği yanıtın böyle değerlendirilmesi lazım.
Türkiye, olmayacak şey ama 2004 yılının aralık ayına kadar tüm kriterlere uyum gösterse ve Kıbrıs sorununu çözse bile yine de o günkü siyasi tercihler uygun değilse AB’ye üye olamayacak anlamına geliyor bu açıklama..
Ama aynı zamanda bu açıklama tam tersine de işaret ediyor. Kriterlere uyum tam olarak sağlanmasa bile Türkiye, sırf siyasi nedenlerle AB içinde kendisine bir yer edinebilir..
Ciddi çalışma şart
Bu tablo, Türkiye’nin bundan böyle AB politikasını ne yönde sürdürmesi gerektiğini de gösteriyor.
Bu da, üyelik konusunda ciddi bir siyasi-diplomatik çalışmaya girişmektir.
Türkiye’nin AB üyesi olmasının Birlik için ne anlama geleceği, bunun Birlik’e sağlayacağı yararlar iyice anlatılmalı ve bu konuda sadece Avrupa siyasi çevrelerinde değil, Avrupa halkları nezdinde de ciddi bir çalışma yürütülmeli..
Burada da görev sadece hükümete değil, ülkedeki tüm kuruluşlara düşüyor. Sivil toplum örgütlerine, işadamlarına, işçi örgütlerine ve tek tek biz bireylere düşen görevler bunlar..