Son günlerin benim için en eğlenceli haberi Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamit’in 4. Kuşaktan torunu olduğu söylenen Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu’nun üniversitenin tarih bölümünden aldığı diplomanın sahte çıkmasıydı.
Abdülhamid’in torunu Abdülhamid Bey’in eski bir mezunun bilgileri silinerek oluşturulan sahte diploması YÖK sitesine 17.20’de konmuş. Dördüncü kuşaktan torun, e – devletine 17.49’da girerek diplomasını kontrol etmiş.
Artık sahte diplomanın parasını bu kontrolden sonra mı ödedi yoksa peşin ödedi de dolandırılıp dolandırılmadığını mı kontrol etti, bunu bilemiyorum.
Abdülhamid Bey’in bu iddialara verdiği yanıt tarihe geçecek cinstendi:
“Son günlerde şahsımı hedef alan iddialar ve karalama kampanyaları karşısında sessiz kalmayı tercih ettim. Çünkü bilirim ki; bazen gerçek, ancak zamanı geldiğinde konuşur. Asalet, iftiraya cevap vermez.”
Bu yanıtı yazarken fonda da mehter marşı çalıyor muydu acaba?
Abdülhamit Han Marşı iyi giderdi diye aklımdan geçirdim:
“Döşetti Hicaza demir yolları / Kuruldu Hamidiye Alayları / Hudutlara koştu on binlerce can / Serdar – ı Hakan Abdulhamid Han / Cennet Mekân Sultan Abdulhamid Han!”
Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” sanırım psikoloji biliminin en çok bilinen önermesi.
Kendisi Freud’un tam tersi bir çizgiyi temsil eder ve insanların “özlerinde iyi olduklarını” düşünür. Hümanist psikolojinin babasıdır.
Abdülhamid’in torununun sahte diplomasının ortaya çıkmasının ardından yaptığı açıklamayı okurken Maslow’u andım.
Sergilediği özgüvene ve yaratıcılığa baktım, beşli hiyerarşinin zirvesine ulaştığını düşündüm.
Herkes Abdülhamit Han’ın dördüncü kuşaktan torunu gibi değil tabii.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin ikinci basamağından öteye geçmekte zorlanan çok insan var.
Geçenlerde NY Tmes’da Jancee Dunn’ın bir makalesi tam da bununla ilgiliydi.
San Francisco’da psikoterapist olan Meg Josephson’un bir “danışanı” herkesin kendisinden nefret ettiğine inanıyormuş.
Öyle ki bir arkadaşından gelen bir mesajın sonuna dostça bir ünlem işareti yerine basit bir nokta koyması bile özgüvenini yıkmaya yetiyormuş.

Asansörde karşılaştığı bir komşunun selam vermemesi, gittiği bir davette kimse ile doğru dürüst bir iletişim kuramaması bu güvensizlik girdabını büyütüyormuş.
Daha da fenası iş yerindeki patronu bir konuyu konuşmak için kendisini odasına çağırdığında ilk tepkisi “herhalde beni kovacak” oluyormuş.
Dr. Josephson bunun yarattığı stres ile mücadelede “yalakalığın” önemli bir strateji olarak benimsendiğini düşünüyor.
“Yalaka” deyince gözünüzün önünde kimler canlandı bilemiyorum tabii ama benim gözümde canlananların bir bölümünü hepimiz tanırız.
Şimdi isim vermem doğru olmaz zaten, işimiz dedikodu yapmak değil.
Bu arkadaşlarda bir farkındalık yaratabilirsek ne ala; danışabilecekleri iyi yetişmiş, diplomaları da sahte olmayan çok uzman var memlekette.
“Yalaka” diyorum ama “dalkavuk” kelimesini kullanabilirdim.
Bunu yapmadım; işin içine “kavuk” filan girince birilerini sinirlendirebilirim diye “yalaka” kelimesini tercih ettim.
Ancak burada sözünü ettiğimiz yalakalık, daha çok ikili ilişkiler ile ilgili bir konu.
Bölüm başkanına yağcılık yaparak meslektaşlarının bir adım önüne geçme çabasından söz etmiyoruz.
Ya da liderin gözüne girmek ve hep orada kalabilmek için onun hoşuna gideceğini düşündüğü şeyleri yapanlar da konumuzun dışında.
Onlara ne yapsan fayda etmez gibi geliyor bana.
Maslow, “toplumumuzda herkes kendisine sabit, sağlam temellere dayanan ve genellikle yüksek bir değer biçilmesine muhtaçtır ya da bunu ister” diye yazmış.
Özgüven yokluğunun aşağılık kompleksi de dahil birçok psikolojik sorunun temelinde yattığını düşünüyor.
Kendimize duyduğumuz saygı azsa zayıflık ve çaresizlik duyguları içinde acı çekeceğimizi vurguluyor.
Böyle bir güven eksikliği, ikili ilişkileri zehirleyici bir etki yaratabiliyor.
Nathaniel Branden’in “Kadının Özgüveni” isimli kitabında yazdığı şu satırlara dikkatinizi çekeceğim:
“Özgüveni olan kadın ve erkekler birbirlerini doğal olarak çekerler. Ne yazık ki, güvensiz kadın ve erkekler de birbirlerini bulur ve yıkıcı ilişkiler kurarlar.”
Toplumumuzda genel kanı erkeklerin özgüveni yüksek kadınlardan pek hazzetmedikleridir.
Sadece bize özgü bir durum değil bu tabii.
Kadınları, erkekler ile eşit görmeyen ideolojinin bir sonucu olarak çağdaş toplumlarda hayli yaygın bir kanaat.
Erkek psikolojisi üzerine çalışmalarıyla tanınan Dr. Alon Gratch, erkeklerin duygusal diyaloglardaki başarısızlıklarının en sık karşılaşılan nedeninin utanç olduğunu yazıyor.
Özellikle “performans” ile ilgili olarak.
Dr. Gratch bunu erkeklerin eşlerinin kılık kıyafetine karışarak, görüntüsünü eleştirerek, saçını şöyle ya da böyle yapmasını isteyerek yansıttıklarını söylüyor.
Kadının erkeği aşırı kontrolcü ve eleştirel, erkeğin de eşini aşırı hassas ve savunmacı olmakla suçlamasıyla sonuçlanıyor.
“Yalakalık” davranışları böyle bir ilişkide ezilen tarafın kendisini koruma refleksi olarak ortaya çıkıyor.
Terapist Mef Josephson, insanların “yalakalık” yapma dürtüsünü durdurmalarına yardımcı olabilecek üç şey öneriyor.
1 – Otomatik olarak bir şeyleri yanlış yaptığınızı varsaymayın.
2 – Yaltaklanma davranışını en başından itibaren kontrol edin. Herkesi memnun etmek zorunda olmadığınızı içselleştirin.
3 – Dürüst ve açık iletişim kurun. Satır aralarını okumayı bırakın, kuşkulandığınız söz ya da davranışlar için açıklama isteyin.
——————————–
