Vasatistan’da sıradan bir günde liderlik meselesi
CHP’li Gürsel Tekin, bir televizyon programında soru üzerine “elbette HDP’ye bakanlık verilebilir, her partiye verilebilir” deyince Millet İttifakı içinde küçük çaplı bir huzursuzluk ortaya çıktı.
Birçok kişi Gürsel Tekin’e kızıyor, durduk yerde bu konuyu niye açtı diye.
Tekin’in sözlerini hangi çerçeve içinde söylediği açık: Yarın bir bakanlık verelim demiyor, HDP de Türkiye’de meşru bir parti olduğuna göre niye bakanlık verilemesin anlamında söylüyor.
Sözlerinin tamamını buraya aktarayım ki konu buraya nasıl gelmiş daha iyi anlaşılsın.
“HDP’li başkana elimizi kaldırıyor muyuz? Buna genel başkanlar dahil. ‘Sayın başkanım söz hakkı istiyorum.’ Şimdi bunu hak sayacaksınız ama bu ülkeyi yönetmek için bu kabul olmaz. O zaman seçime sokmayın kardeşim. Böyle bir şey olabilir mi? O zaman milli irade nerede kaldı. Bu seçmen yarın nasıl oy verecek kendi partisine. Elbette HDP’ye bakanlık verilebilir, her partiye verilebilir.”
İyi Partililer bu sözlere kızdılar. Genel Başkanları Meral Akşener, “HDP ile yan yana oturmayız” dedi.
CHP Genel Başkanı ise zor zahmet kurduğu masanın dağılmasından endişe etmiş olmalı ki “yok böyle bir şey” diye durumu toparlamaya çalıştı.
Anlıyoruz ki memleketin büyük siyasi partileri için siyasi yelpazemizdeki partiler şöyle sınıflandırılıyor:
İttifak yapılabilecek partiler, ittifak yapılmasa da varlıklarına itiraz edilmeyecek partiler ve asla konuşulmayacak olan bir parti!
Bu açıdan Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı tam bir anlayış birliği içinde görünüyorlar.
Genel kabul gören partiler var bir de “öteki”!
“Öteki parti” HDP oluyor.
Bir yandan Anayasa Mahkemesi’nde kapatılma davası sürüyor, diğer yandan bütün yöneticilerini hapse tıkmak üzere açılmış bir dava var, seçilmiş belediye başkanları görevden alınmış, eski genel başkanları da siyaset yaptığı için hapiste tutuluyor.
Ve bu partinin son seçimde aldığı oy şu: 5 milyon 866 bin 309.
Bu oy, toplam geçerli oyların yüzde 11,6’sına denk geliyor ve TBMM’de 67 sandalye ile temsil ediliyor.
Türkiye’nin üçüncü büyük partisi! Yerel seçimlerde 199 beldede belediye başkanlığını da kazanmış.
HDP’nin bazı partiler nezdinde “cüzzamlı” muamelesi görmesinin nedeni PKK.
İktidara göre bu parti PKK’nın ta kendisi, daha ılımlı olanlara göre de “arasına mesafe koyamıyor”!
Oysa organize suç örgütlerinin liderleri ile iş tutan parti için böyle bir kısıtlama yok.
Peki Kürtlerin “serbest seçimde” oylarıyla TBMM’ye gönderdikleri meşru temsilcileri ile oturulup konuşulamayacak, siyasete bir alan açılmayacak ise bu sorunu nasıl çözeceğiz?
İyi Parti ya da genel olarak Millet İttifakı bu konuda ne öneriyor?
Seçimler, milletin iradesini ortaya koyan bir araç ise bu iradenin yoğunlaştığı partilerden biri nasıl olup da “yok” hükmünde sayılabiliyor?
Kürt meselesini Türkiye için aktif bir fay hattı olarak tutmak isteyenler için tadından yenmeyecek bir tutum bu.
PKK’nın silahlı eylemlerinden kaynaklanan nedenlerden değil, Türkiye’de siyasetin Kürtleri yok saymasından kaynaklanacak nedenlerle Kürtlerin duygusal kopuşları hızlanıyor.
Halkın bir kısmını yok saymanın varabileceği hiçbir yer yok çünkü.
İktidar bloğunun HDP’yi niye şeytanlaştırdığı açık: Muhalefet cephesinde HDP yer almasın!
Muhalefetin bu konuda iktidarın kuyruğuna takılmasının bir mantığı var mı?
Muhalefetin Türkiye’nin en temel sorunlarından biri için politikası bu mu: Yok saymak!
Gerçek liderler böyle durumlarda ortaya çıkarlar.
Mustafa Kemal ve arkadaşları “bunu halka anlatmak çok zor olur” diye düşünselerdi bugün Türkiye Cumhuriyeti de yoktu, inkılapların çoğu da bir tasavvur olarak dosyalarda kalmıştı. Sosyal medyadaki “bir kelime ile anlat” modasına uyup Türkiye’yi tanımlasaydım sanırım “Vasatistan” çok uygun bir kelime olurdu.
Vasatistan’ın liderleri de vasat oluyor haliyle!
—————————
Savcı baltayı taşa vurdu
İktidarın hoşlanmadığı kişi ve görüşleri takip etsin diyerek İstanbul’a tayin edilen savcının hedefinde bu kez Prof. Dr. Celal Şengör var.
Şengör, Fatih Altaylı’nın programında Musa ve İbrahim peygamberlerin yaşadığına dair bir kaynak – kanıt bulunmadığını, yaşadığı kesin olarak bilinen tek peygamberin Hz. Muhammed olduğunu söylediği için “halkın bir bölümünün inandığı dini değerleri alenen aşağılama suçu” işlediği gerekçesiyle soruşturuluyor.
Şengör, ifadesinde “bilimin doğrularını söylediğini” anlatmış.
Dava açılırsa savcı iddia ettiği suçun nasıl işlendiğini ispat edecek. Sanık da elindeki tarihsel bilgilerle kendini savunacak.
Savcı’nın müktesebatının, Şengör ile yarışması mümkün değil bana göre.
Yani eğlenceli bir süreç yaşayacağız, öyle görünüyor.
Ancak bu sözler üzerine dava açılmasa bile, soruşturma başlatılması laik hukukun geçerli olduğu bir ülkede kabul edilebilir bir durum değil.
Devletin vatandaşların dini inançlarına karışma gibi bir hakkı yok.
İsteyen istediğine inanır ve birbirlerine bu nedenle şiddete başvurmadıkları sürece de mesele olmaz.
Savcı belli ki kendi inandığına herkesin inanmasını istiyor.
Savcı’nın icat ettiği suç, mahkeme tarafından da ciddiye alınırsa yarın memleketteki bütün ateist ve deistlerin de sanık haline getirilebileceğini görürüz.
Hatta bir adım daha atıp, semavi dinlere inanmayan herkesi de hedeflerine alabilirler.
Tekrar altını çizeyim: İnanç özgürlüğü, hiçbir şeye inanmama özgürlüğünü de içerir!
—————————