Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

12 Mart, 12 Eylül derken geldik bugüne

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz mayıs ayındaki gelişmeleri değerlendirdiği “Ulusa Sesleniş” konuşmasında şöyle bir cümle de kullandı:

“Bugün, her zamankinden çok daha fazla bir ve beraber olmak; birbirimize kenetlenmek zorundayız.”

Düşünüyorum da aklım ermeye başladığından beri en çok duyduğum sözlerden birinin bu olduğuna eminim.

Nedense her zaman, “her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe” ihtiyacımız oluyor.

Bu sözün sıkça tekrarlandığı ve adeta hafızama nakşedildiği dönem 12 Mart sonrasıydı.

O zamanlar 16-17 yaşlarındaydım. Aileden gelen bir alışkanlık olsa gerek, öğlen teneffüsünde transistörlü radyodan saat 13 haberlerini dinlerdim. Bu sözü ilk kez o zaman ezberledim.

Sonra ara ara aynı kalıbı çok duydum ama zirvesi de 12 Eylül dönemiydi. Neredeyse her konuşma böyle başlıyordu: “Mili birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde!”

12 Eylül sonrasında bu sözün reytingi biraz düşer gibi oldu, şimdi yine yükselme döneminde. Yüzde 50 çoğunlukla işbaşına gelmiş hükümetin başbakanından sıkça duyuyorum.

Bunca yıldan sonra artık öğrendim ki bir devlet yöneticisi çıkıp da “milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde yaşamakta olduğumuzdan” söz ediyorsa, aslında onun gibi düşünmemizi istediğinden böyle konuşuyordur.

Hoşuna gitmeyen fikirlerin seslendirilmesini istemiyordur. Yukarıdan emirle hareket eden bir toplum görmek istiyordur.

Bizim adımıza her şeye karar vermek ve bizlerin de sessizce bu karara razı olmamızı bekliyordur.

Buna demokrasi diyemiyoruz ne yazık ki.

İtibarsızlaştırmaya yönelik karakter infazı!

BODRUM Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’u tanırım. Şu anda kendisi tutuklu olarak Muğla Cezaevinde bulunuyor. Tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen suçu işleyecek en son adamlardan biridir. Paraya önem vermez, harcayamayacağı kadar aile serveti vardır ve parayla ilgisi o kadar azdır ki kendi parasını bile ablası yönetir. Belediyenin makam aracını bile özel işlerinde kullanmayacak kadar hassastır.

Ve şimdi bu insanın rüşvet almak için çete kurduğu iddia ediliyor!

Elbette iddianameyi ve işlendiği öne sürülen suç ile ilgili kanıtları henüz görebilmiş değiliz, iddianame mahkemeye sunulduğunda daha iyi bir değerlendirme yapabiliriz.

Ancak Kocadon’un gözaltına alınma sürecinde yaşananlar, başına gelen şeyin bir “karakter infazı” ve “itibarsızlaştırma çabası” olduğunu düşündürüyor bana.

Kocadon’a polis ya da savcı telefon edip, sorguya çağırsaydı elbette giderdi, kaçmayı düşünmezdi.

Ama böyle yapılmadı, Muğla’dan Emniyet Müdürü bile zahmet edip Bodrum’a bir ekip polisle geldi, makamında kelepçelenip gözaltına alındı. Bununla da kalmadı, Kocadon’u almaya gelen polis aracı belediyenin önündeki otoparka değil, tam cuma namazı vaktinde caminin önüne park edildi. Elleri kelepçelenmiş şekilde, bir polis ordusunun arasında halka teşhir edildi.

Bunun normal bir durum olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu ülkede Başbakan’a yakın bir kişinin ifade vermek için emniyete davet edildiğinde kendi otomobiliyle gittiğini, o ifade verirken valinin ve emniyet müdürünün de sorgunun yapıldığı binada bir odada sorgu sonucunu beklediğini hatırlıyorum.

Hep böyle uçlarda yaşayan bir ülke mi olacağız? Bunun bir ortası, bir normali yok mudur?

İddiasına güvenen bir savcılık ve polis, kamuoyu desteği yaratmak için böylesi karakter infazlarına gerek duyar mı?

Bozdağ ile aynı fikirdeyim

BAŞBAKAN Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Özel Yetkili Mahkemeler, hukuk devletinde olmaması gereken mahkemelerdir. Gereken yapılıyor, yapılacak” dedi.

Şu anda Türkiye’de her birinde yüzlerce sanığın yargılandığı ya da yargılanmayı beklediği mahkemelerin, böylece “hukuk devletinde olmaması gereken türden mahkemeler” olduğunu hükümetin yetkili bir üyesinden öğrenmiş bulunuyoruz.

Tabii bu yazı yazıldığı saatte henüz “Hayır, ben onu demek istememiştim” diye bir açıklama yapılmamıştı, bakalım hükümet sözcülerinin dekoderi Hüseyin Çelik yarın bununla ilgili bir “düzeltme” yapacak mı?

Bozdağ, mahkemelerin tümüyle kaldırılmasının mümkün olabileceği gibi bazı iyileştirmeler ile mahkemelerin devamının da mümkün olabileceğini söylüyor.

Bozdağ ile bu sefer aynı fikirdeyim. Normal bir hukuk devletinde olağanüstü yetkileri olan böyle mahkemelere yer yoktur.

Bu mahkemeleri “iyileştirerek muhafaza etmek” değil, kaldırmak gerekir!