Buyurgan yönetim anlayışının tescili
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Başbakan ve iki başbakan yardımcısı tarafından “azarlanması” ile sonuçlanan konuşmasında şöyle demişti:
“Buyurganlığın bir kez daha ülkemizdeki idare anlayışına hâkim olmasından ürküyoruz.”
Önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç buna kızdı. Boyner’e cevap yetiştirirken söylediği şu sözü not ettim:
“TÜSİAD belki geçmişte Türkiye’nin en itibarlı kurumu iken, belli bir kesimi çok iyi temsil ediyorken son zamanlarda genel başkanlık yapacak kimseyi bile bulamaz hale geldi.”
Bir diğer Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da, Boyner’i eleştirirken şunu söyledi:
“Siyaseti siyasetçiler yapsın, siyaset yapmak isteyenin de siyasetin tam içine girmesinde fayda var.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan son noktayı şöyle koydu: “Öğrenmek hakkımızdır falan. Kimin hakkı nedir, nereye kadardır? Onun ölçüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek. O işine baksın.”
Ülkeyi yöneten heyetin en yetkili üç ağzından çıkan bu sözler, aslına bakarsanız Ümit Boyner’e bir yanıt vermekten daha çok söylediği sözü doğrular nitelikte.
Evet, Arınç’ın söylediği doğru, kimse TÜSİAD gibi bir kurumun başına geçmek istemiyor, çünkü bu bir ateşten gömlek haline geldi.
Bunun tek nedeni de işbaşındaki hükümetin ve Başbakan’ın demokratik eleştiri karşısındaki tahammülsüzlüğüdür.
Bu güçte bir sivil toplum kuruluşunun başındaki kişinin, en ufak bir eleştirisine dahi tahammülleri yok, sinirlendikleri işadamlarının başına nelerin gelebildiğini de
yaşayarak öğrendik.
Başbakan’ın “Kimin hakkı nereye kadardır, onun ölçüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek” sözlerinin gerisinde yatan ise tek bir düşüncedir: Benim izin verdiğim kadar konuşun!
Başbakan’ın böyle bir demokrasi anlayışı var ve kendisini her şey ile ilgili tek yetkili olarak görmek eğiliminde. Buna otoriterleşme eğilimi de diyoruz ki zaten Boyner de buna işaret etmişti.
Bekir Bozdağ’ın ağzından çıkan sözler ise bu durumun tescilinden ibaret bir söz. Siyaseti sadece politikacıların işi olarak gören, toplumun diğer kesimlerinin siyaset dışı kalmasını isteyen seçkinci bir tavır! Ve bu tavır, demokratik ülkelerde değil daha çok otoriter iktidarların yönetimindeki ülkelerde geçerlidir.
Çünkü halkın her kesiminin politika ile ilgilenmesinden, politik görüşlere sahip olmasından bu tip yönetimler hazzetmezler.
Evet, Boyner doğru söylüyor: Ülkemizde buyurgan yönetim anlayışı bir kez daha hâkim olmuş durumda!
Bakalım bu soruların yanıtı gelecek mi?
GEÇEN gün hatırlattığım bir konuyu CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, TBMM Başkanlığı’na verdiği bir soru önergesiyle yeniden gündeme getirdi.
Konu, Mehmet Baransu’nun, Taraf gazetesindeki köşesinde yazdığı bir küçük nottu.
Baransu şöyle yazmıştı:
“AK Partili bir ismin 2004 yılında İsviçre’ye neden gittiğini, gelirken yanında bulunan valizde kaç milyon dolar olduğunu, bu paranın Türkiye’ye neden getirildiğini de doğrusu merak ediyorum.”
Başta Başbakan olmak üzere AKP ileri gelenleri bu konuyla ilgili olarak hiçbir tepki göstermediler.
Oysa özellikle Başbakan, beğenmediği bir şey yazıldığı zaman işi o köşe yazarının işten atılması gerektiğini söylemeye kadar da vardırabiliyor.
Bu konuda daha önce verilen bir soru önergesine Adalet Bakanı, “bakanlık olarak bu konuda yapabilecekleri bir işlemin olmadığı” şeklinde yanıt vermiş.
Milletvekili Kart da AKP yetkililerinin ve hükümetin bu konudaki tavırsızlıklarına dikkat çekerek şu soruları soruyor:
“1– Bu vahim iddiayı geçiştirmeye, görmezden ve duymazdan gelmeye devam mı edeceksiniz?
2– Bu sürecin geçiştirilmek istenilmesi, görmezden gelinmesi, gerek parti bünyesinde ve gerek idari ve adli süreçte yasal işlemlerin yapılmaması, AKP bünyesinde birtakım kayıt dışı para ilişkilerinin bulunduğu ve bunların tahkik edilmesinden kaçınıldığı anlamına gelmez mi?”
Bakalım bir yanıt verilecek mi?
İyi para biriktirmişler!
12 Eylül darbesi ile ilgili yargılama sırasında darbenin hayatta kalan iki faili için malvarlıklarının da araştırılması istenmişti.
MASAK’ın bu konuda yaptığı araştırma mahkemeye gönderildi, gazetelerde bununla ilgili ilginç haberler vardı.
Maşallah iyi bir servet biriktirebilmişler. Rahmetli Kurthan Hoca olsaydı şöyle derdi: “E ne de olsa tutumlu insanlar!”
Kendileri değilse de hesaplarının “hâlâ dinamik” olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş olduk.
Gazetelerdeki haberlere göre hem Kenan Evren’in hem de Tahsin Şahinkaya’nın hesaplarından düzenli olarak beş isme önemli miktarlarda para transferi de yapılıyormuş.
Herhalde vergi daireleri de bu transferlerin neden yapıldığı ile ilgilenecektir ama bu mahkemenin ilgi alanına giren bir konu değil.
Benim bu konuda merakımı çeken şey mahkemenin MASAK raporu ile ilgili olarak gizlilik kararı almış olması. Mahkemenin bu kararı vermesine neden olan şey, dosyada dava ile ilgisi olmayan kişilerin isimlerinin bulunması.
Türk hukuku için önemli bir adımdır diye düşünüyorum: Davalarla ilgisi olmayan kişilerin özel telefon konuşmalarının bile iddianame eklerine konmasına o kadar alışmıştık ki!
Ama yine de merak ettim, acaba bu kişilerin isimleri kapatılarak da davayla ilgisiz kişilerin özel bilgileri korunamaz mıydı?
Okuyucularıma not:
Yarın Kurthan Hocam için yapılacak cenaze törenlerine katılacağım için yazı yazamayacağım. İzninizle.