ULUSAL Yargı Ağı Projesi, ağırlığından her zaman yakındığımız yargılama sistemimizin hızlandırılmasını hedefliyor ve yaklaşık on yıldır sistemin yaygınlaştırılmasına çalışılıyor.
Ancak dün Radikal’de yayımlanan bir haber, sistemdeki bir güvenlik sorununa dikkat çekiyordu.
Sistem, hazırlık soruşturmalarından itibaren Yargıtay kararına kadar geçecek süre içinde adliyelerde yapılan her işlemin bir elektronik merkezde toplanmasını hedefliyor.
Ancak bu kadar kapsamlı bilgilerin yer aldığı sistemin yönetimi Adalet Bakanlığı’na ait.
Yargıçlar ve Savcılar Birliği, bu sistemin yönetiminin bağımsız bir kuruluş olan Hákimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na devrini istiyor.
Tüm kullanıcı şifrelerinin bakanlığın elinde olmasının yaratabileceği sakıncalara dikkat çekiliyor.
Bakanlığın, hazırlık soruşturması aşamasında savcıların yaptıklarını izlemesine olanak veren bu güvenlik zaafı hazırlık soruşturmasının gizliliğinin ihlal edilmesine yol açabilir.
Esasen Adalet Bakanlığı’nın böyle bir çaba içinde olamayacağını düşünüyorum.
Ancak, yine de sistemin güvenliğinin ve bağımsızlığının garanti altına alınması gerekiyor.
Henüz bütün adliyeler bu sisteme bağlı değil ve bu yüzden bugün için bu sorun önemsenmeyebilir.
Ancak bu ihmal edilmemesi gereken bir uyarı ve ciddiye alınmalı.
Adalet Bakanlığı’nın ileride George Orwell’in ünlü romanındaki “büyük birader” rolüne soyunması olasılığını bugünden önlemek gerek.
AB heyecanı giderek azalırken
TRABZON’a uçakla her gelişimde aşağıda uzanan manzaraya bakıp aynı şeyi düşünürüm: Deniz kıyısındaki bir kent, nasıl olur da denizden bu kadar uzak olabilir?
Trabzon, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biri ve bu özelliğini hiç kuşku yok ki Karadeniz’e açılan en büyük liman olmasına borçlu.
Bu özelliğiyle sadece Doğu Anadolu’nun değil, bütün Hazar havzasının dünya denizlerine açılan bir kapısı.
Ama yine de uçakla kente yaklaşırken görebildiğim şey, bu kentte denizi görebilmek için denizden uzaklaşmanın zorunlu olması.
Bir garip çelişki olarak düşünürüm bunu. Trabzonlular katılmayacaklardır bu görüşüme ama dediğim gibi, kuş bakışı bende yarattığı izlenim bu.
Elbette bölgenin coğrafi yapısını ihmal etmiyorum. Ama yine de o güzelim sahil şeridine havadan bakınca insanların bu kıyılardan sanki zorla uzaklaştırıldığını düşünmeden edemiyorum.
Doğan Yayın Holding’in “Anadolu’daki Avrupa” toplantıları için dün Trabzon’daydım.
Karadeniz Teknik Üniversitesi yerleşkesinde yapılan toplantıda konuşulanlar, Türkiye’nin diğer kentlerinde konuştuklarımızdan hiç farklı değildi.
Sadece her toplantıda AB heyecanının biraz daha azaldığını görüyorum.
Öyle görünüyor ki Avrupa Birliği ile üyelik görüşmelerinin başlamasından itibaren üyelik süreci ve bunun ülkeye kazandıracakları ile ilgili tatlı hayaller bu kentte de yerini giderek bir hayal kırıklığına bırakıyor.
Hükümetin üyelik sürecini ağırdan almasının yol açtığı bir atalet duygusu dalga dalga Anadolu’nun kentlerine yayılıyor.
Bunun çok ciddi bir problem olduğunu düşünüyorum.
Avrupa Birliği sürecindeki gelişmeyi Türkiye’nin bir medeniyet projesi olarak görmek gerek.
Sonunda üye olunur veya olunmaz. Bu, bütün süreç tamamlandığında karar verebileceğimiz bir son.
O gün gelene kadar ülkemiz insanlarını, Batı Avrupa’nın herhangi bir ülkesindeki insanların sahip olduğu ekonomik, sosyal ve demokratik haklara sahip kılmaya çalışmakta nasıl bir sakınca var, bunu anlayabilmek kolay değil.
Kişilik haklarına özen gösterelim
ÜSKÜDAR Belediyesi’nin sahil, park ve korularda içki içenleri yakalayarak ceza yazması ve bu nedenle cezalandırılan kişilerin belediyenin internet sitesinde teşhir edilmeleri ile ilgili haberi okurken dehşete kapıldığımı söylemeliyim.
İzin verilen yerler dışında açıkta içki içilmesini elbette savunmak mümkün değil.
İçki içmenin serbest olması başka, aklına her gelenin canının her istediği yerde içki içmesi başka bir şey!
Bu nedenle Üsküdar Belediyesi’nin uygulamasında yadırganacak bir durum yok. Özel olarak ruhsatlandırılmamış lokanta, bar, kafeterya gibi yerlerin dışında kamuya açık park ve alanlarda içki içilmesine izin verilmemeli ve bütün vatandaşlar buna uymak için gereken özeni göstermeli.
Ancak açıkta içki içenlere uygulanan cezaların, bu kişileri teşhir maksadıyla internette yayımlanması ise gerçek anlamıyla kişilik haklarının ihlalinden başka bir şey değil.
Belediye Başkanı bu uygulamayı “caydırıcı” diyerek savunuyor.
Cezanın caydırıcılığı, uygulanacak cezanın miktarı ile ilgilidir.
En temel kişilik haklarının ihlali “caydırıcılık” gerekçesinin ardına saklanamaz.
Eğer bugün bunu meşru bir cezalandırma yöntemi olarak görürseniz, yakın bir gelecekte “suçtan caydırmak için” insanlara işkence yapmak da dahil her türlü muameleyi kabul etmeniz de gerekir ki bu kabul edilemez.