Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Ağrı’nın zirvesinde Ermeni bayrağı

GEÇEN gün bir grup Ermeni asıllı Amerikalı dağcının Ağrı Dağı’na çıkıp, “Ermenistan bayrağı diktikleri” ile ilgili bir haber vardı.

Gazetelerimizin haberlerine yansıyan hava, bu durumun çok yadırgandığını düşündürdü bana.

Sanki Ermeniler, gizlice gelip de Ağrı Dağı’nı işgal etmişler gibi bir hava!

Doğal olarak bununla ilgili bir soruşturma başlatılmış. Bizim ülkemizde “soruşturma başlatmak” büyülü bir kelime sanki. Bir mesele ile ilgili “soruşturma” başlatıldığında, anlıyoruz ki önemli bir şey var. Ve bunların sayısı da hiç az değil!

Şimdi muhtemelen aralarında bir de savcının bulunduğu bir ekip Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkıp bakacak: “Ermeni bayrağı dikilmiş mi, dikilmemiş mi” diye.

Oysa yadırganacak bir durum da yok ortada.

Bu dağcılık geleneklerinden biri! Bir ekip, önemli bir dağın zirvesine çıkınca oraya çıktığına dair bir “işaret” bırakıyor, bayrak dikmek de bunlardan biri.

Mesela Everest’in zirvesinde aralarında Türk bayrağı da olan bir sürü yabancı millet bayrağı dalgalanıyor. Fenerbahçe bayrağı bile dikilmişti hatırlarsınız, yüzüncü yıl kutlamaları çerçevesinde!

Yani bir zirveye bir bayrak dikerseniz, orası sizindir anlamına gelmiyor! Bu açıdan panik yapacak bir durum yok, savcıların oralara çıkmasına da gerek yok.

Asıl ilginç olan, kılıkları, kıyafetleri, saçlarının renkleri bile dikkat çekecek 11 kişilik bir grubun, izin alınarak tırmanılan bir zirveye kimseye görünmeden çıkmayı başarmasında.

Irak ve İran sınırlarını, bölgenin doğal yapısı nedeniyle tam olarak denetleyemediğimizi söylüyoruz.

Ama memleketin ortasındaki bir dağı bile denetleyemiyor olmayı neyle açıklamalıyız?

‘Kentli Beyefendi gibi’ davranmıyorlar

DİYANET İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, ramazan ayı ile ilgili olarak yaptığı söyleşide, Müslümanların ramazan ayında “kentli hanımefendiler ve beyefendiler gibi” davranmaları gerektiğini söyledi.

Gerçekten çok yerinde bir uyarı!

Başka kentleri bilmiyorum ama İstanbul’da iftar vaktine doğru trafiğe çıktığınızda bu sözün ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorsunuz.

Bir kentin sokaklarını, caddelerini ortak olarak paylaştığımızı unutuyoruz. Herkes iftara yetişmeye çalışıyor ama kimse kimsenin hakkına saygı göstermiyor.

Oruçlu olmak da asabi olmanın geçerli bir gerekçesi olarak öne sürülüyor ki uzman değilim ama sadece bu bile ibadeti sakatlamaya yetiyor olmalı.

Ve Diyanet İşleri Başkanı’nın sözleri sanıyorum ki herkesten önce siyasi liderlerimizin kulağına küpe olmalı.

Çünkü hareketleri ve söyledikleri sadece kendilerine ve yakın çevrelerine kalmıyor. Meydanlarda binlerce insana, televizyon ve gazetelerle milyonlara ulaşıyor ve söylemeliyim ki hiç de kentli birer beyefendi gibi de davranmıyorlar.

İş artık politika yapmaktan çıktı, birbirine laf yetiştirmeye dönüştü.

Kim daha ağır söz söyleyecek, kim hangi lafın altında kalmayacak gibisinden bir yarış var.

Oysa birbirleriyle olan tartışmalarını ve fikirlerini daha düzeyli yürütebilirler. Hepsinin eğitimleri de, yaşam tecrübeleri de buna uygun.

Hiç olmazsa şu bir ay biraz gayret etseler de biz de kafamızı dinlesek diyorum.

Biraz empati yapmakta yarar var

ERGENEKON Davası’nın tutuklu sanıklarından Tuncay Özkan, mahkeme salonunda yargıca bağırarak konuştuğu için “5 duruşmaya katılmama cezası” aldı.

Yargıcın bu kararına elbette bir eleştirimiz olamaz. Duruşma salonlarının huzurunu sağlamak da adil yargılamanın bir parçası sayılmalı ve düzenin korunmasına sanıklar da, yakınları da, avukatlar ve savcılar da gayret etmeli.

Ancak biraz empati yapmakta da yarar var.

22 aydır “darbe yapacağı için” tutuklu bir gazeteci söz konusu. Olağan sürenin çok dışına taşmış, peşin hükümle cezalandırmaya dönüşmüş bir tutuklama hali var.
Ve üstelik darbe yapma olanağı olanlar da dışarıda!

Sanık suçunun ne olduğunu tam olarak bilemiyor, ısrarla her duruşmada “Bana suçumun ne olduğunu söyleyin” diyor.

Böyle bir durumda dünyanın en sakin insanı bile olsanız sinirleriniz bozulur, isyan edersiniz.

“Empati kurmak gerekirdi” derken bunu anlatmaya çalışıyorum.

Sanıklardan Mustafa Balbay, 17 aydır tutuklu. Bir gazeteci ve kendisine bir daktilo almasına bile izin verilmiyor. Yazması gerektiği zaman eliyle yazıyor, yazı yazmaktan sağ elini kullanamaz hale geldiğini söylüyor.

Bunun bir “cezalandırma” olduğu çok açık değil mi?

İnsan hakları diye bir kavramdan Adalet Bakanlığı’nın haberi var mı?

Bir hafta ara

Yarından itibaren yazılarıma bir hafta ara vereceğim.

Gelecek cuma günü bu köşede buluşmak üzere hoşça kalın.