Ya okumamış ya da bizi kandırmaya çalışıyor
SİYASİ liderler Hürriyet’te yayımladıkları mektuplarla referanduma neden “Evet” ya da “Hayır” diyeceklerini anlatıyorlar.
İyi bir fikir, gazetelerin okuyucularını birinci ağızdan bilgilendirmelerinde her zaman yarar vardır.
Ancak siyasi liderlerimizin kendilerine verilen bu olanağı iyi kullandıklarını söyleyemem. Bir tam sayfaya yayılmış bir makaleyi okumak güçtür. Ben onların yerinde olsam daha kısa ve vurucu başlıklarla derdimi anlatmaya çalışırdım.
Dün Bülent Arınç’ın yazdıklarını okurken, “Acaba Arınç bu değişiklikleri iyice okumuş muydu” diye düşünmeden edemedim.
Arınç, değişikliklerin sendikal örgütlenme özgürlüğü ve toplusözleşme hakkı getireceğini belirterek, “Sendikalar da güçlenecek” diyordu.
Bana hiç de öyle gelmiyor!
İlgili değişikliğe bakınca ben sadece bir “makyaj” görüyorum, ilk deneyimde akacak bir makyaj hem de!
İşkolundaki tek sendika sorununun kaldırılması, sendikaların grev zararlarından sorumlu tutulmasının önlenmesi, siyasi amaçlı grev yasağının kaldırılması gibi makyajlardan söz ediyorum.
Çünkü aynı madde “toplu iş görüşmeleri sırasındaki uyuşmazlıklarda grev yapılabileceğini” söylemeye devam ediyor. Yasak maddeleri kaldırılmış ama grevin hangi şartlarla yapılacağı tanımlanarak bu hak zaten engellenmiş!
Grev erteleme ve yasaklamaya yönelik hükümler ile Yüksek Hakem Kurulu aynen duruyor. Grevler ertelenebiliyorsa, grev hakkının kısıtsız kullanılmasından söz edilebilir mi?
“Kamu çalışanlarına toplusözleşme hakkı tanınması” ise bir başka âlem.
Kamu çalışanlarının toplusözleşmeleri Kamu Görevlileri Hakem Kurulu tarafından sonuçlandırılacak. Kurul kararları kesin ve toplusözleşme hükmünde olacağına göre yine hükümet ne derse, toplusözleşmede o olacak. Kamu görevlilerine grevli toplusözleşme hakkının Anayasa’ya neden konulmadığı da niyetin ne olduğunu
gösteriyor zaten.
Yani bu konuda 12 Eylül Anayasası’ndan ileri bir adım filan yok.
Anlayamadığım husus bazı sosyalistlerin bu makyajı nasıl olup da yutabildiği. Yoksa AKP ideolojisinin işçileri ve memurları düşünmeyeceğini biliyorum zaten!
Ortaöğretimde geçişkenlik isteniyor
MİLLİ Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun “Bizim işimiz sanayiye ara eleman yetiştirmek değildir” anlamındaki sözlerini eleştirmiştim.
Dün Nimet Çubukçu ile konuştum.
Çubukçu, dünyada sanayiye istihdam odaklı meslek eğitiminin artık terk edildiğini söyledi.
“Sanayiye istihdam odaklı mesleki eğitim çağı yakalayamaz” dedi.
Artık ortaöğretimde geçişkenliğe olanak tanıyan, bilişim teknolojilerini ve en az bir yabancı dili iyi öğreten sistemlerin tercih edildiğini belirtti.
Çocukların küçük yaşlarda belli bir meslek dalına yöneltilmesi ve o dalda kalmak zorunda olmalarının doğru olmadığını vurguladı.
Ortaöğretimde vasıfları yükseltilmiş gençlerin, en fazla bir yıllık meslek kurslarıyla yetiştirilebildiğine dikkat çekti.
Bakanın sözlerinden gelecekte ortaöğretimin bu yönde reforma tabi tutulacağı sonucunu çıkardım, bekleyip görelim.
Dün yayımlanan yazım nedeniyle bir yanlış anlamaya meydan vermemek için okuyucularımın dikkatine sunuyorum.
Hani memlekete demokrasi gelmişti?
DİYARBAKIR’da yapılan “Demokratik Toplum Kongresi” ile ilgili olarak savcılık inceleme başlattı.
İnceleme kapsamında Emniyet’ten toplantının görüntü dökümleri istendi. Eğer “suç unsuruna rastlanırsa” soruşturma açılacak.
Bundan on sene önce olsa hiç yadırgamazdım ama aklım Başbakan’ın ve yandaş yazarlarının sözleriyle o kadar karıştı ki şimdi yadırgıyorum: Hani bu memlekete artık demokrasi gelmişti?
Silahların patlamadığı, insanların “Toplanın gidip döve döve bu işi halledelim” kararı almadıkları, sadece düşüncelerini açıkladıkları bir toplantının nesi inceleniyor?
Hani her şeyi serbestçe konuşacaktık ve konuşa konuşa çözüm yolu bulacaktık?
“Demokratik açılım” sadece, beğendiğimiz düşüncelerin konuşulmasını, yazılıp çizilmesini mi kapsıyor?
O kongrede açıklanan “demokratik özerklik projesini” ben de yanlış buluyorum. Bu fikre katılmıyorum. Ama sadece bazılarımızın beğendiği fikirlerin söylenebildiği, beğenilmeyen fikirlerin söylenemediği bir ülkede yaşamak da istemiyorum.
Dile getirilen fikirlerin “uygun” olup olmadığına kim karar verecek? O kararı verene “diktatör” demiyor muyuz?
“Demokratik açılım projesinin” temelinde yatan mantık, fikirlerin serbestçe konuşulmasını sağlayarak silahları susturmak değil miydi yoksa?
12 Eylül’de, 12 Eylül darbesi ile hesaplaşacaksak, 12 Eylül benzeri uygulamalar neyin nesi oluyor?