Ah şu cevapsız sorular!
BU pazartesi günü sorularımızı okurken dinlemeniz için seçtiğim şarkı Deniz Arcak’tan “Ah şu cevapsız sorular”!
Elbette benim her pazartesi günü burada sorup durduğum ama yanıtını bir türlü alamadığımız sorular ile bir ilgisi yok.
Şöyle başlıyor: “Ah şu cevapsız sorular…/Neden gelirler aklıma./Labirent misali./Sonsuz bir oyun sanki.”
Zaten bu şarkıyı seçmiş olmamın nedeni de şarkının bu sözleri esasen. Benim durumuma pekâlâ uyuyor, girdiğimiz ve sonsuza kadar sürecekmiş gibi görünen bir “soruyu sorma–soruyu duymazdan gelme” oyununu hatırlatıyor. Youtube’da şarkıyı bulabilirsiniz, ben sorularıma geçiyorum:
1– KPSS sorularını çalıp, dağıtan organize suç örgütü neden hâlâ ortaya çıkarılamadı?
Bu olay ortaya çıktığında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MİT müsteşarını ve emniyet genel müdürünü yanına çağırtmış ve “Tez bunları yakalayın, dosyayı da önce bana getirin” demişti.
Doğrusunu isterseniz bu haberin yayımlandığı gün gazetelerin birinci sayfalarındaki hava “Soruları çalanlar şimdi keten helva gibi yandı” şeklindeydi, ama aradan geçen bunca yıldan sonra elimizde olan tek şey benim sorduğum bu basit sorudan ibaret!
Başbakan bu emri verdiğini unutmuş görünüyor, MİT müsteşarı yüksek politika ile uğraşıyor, zamanın emniyet genel müdürü de milletvekili yapılarak taltif edildi!
Ama çete hâlâ serbest, Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın bu konuda bir ilerleme kaydedebildiğini de duymuş değiliz!
2– Bülent Arınç’a suikast meselesi ne oldu? Başbakan Yardımcısı artık aktif politikayı bırakıp, kendisine yeni bir hayat kurmaya hazırlanıyor ama kendisine suikast yapacağı iddia edilen askerler hakkında bir dava açılabilmiş değil. Zaten o askerlerden emekli olup dinlenmeye çekilenler de var. Bunun için ordunun kozmik odaları bile arandı ama ortada bir iddianame yok.
Tekrar sorayım: Bu o günün koşullarında uydurulmuş bir palavra mıydı, yoksa koruma polislerinin paranoyakça davranışları mıydı? Suikast girişimi iddiası doğruysa sanıklar nerede?
3– Sanıyorum Türk basın tarihinin en uzun süre sorulmuş ama bir türlü yanıtlanmamış sorusu unvanına “Suudi Arabistan Kralı’nın hediyeleri nerede” sorusu sahip olacak.
Bu soruyu sorduğumdan beri iler tutar tarafı olmayan birkaç yanıt verildi. Ama doğrusunu isterseniz sorunun özü hâlâ ortada duruyor: Suudi Arabistan Kralı’nın devlet büyüklerimizin eşlerine verdiği mücevherler zamanında beyan edildi mi? Beyan edildikten sonra ilgili kişilerin kurumlarına teslim edildi mi? Beyannamenin bir fotokopisini istiyorum sadece, bütçede ödenek yoksa fotokopi bedelini ben şahsen de ödeyebilirim.
İstanbul’da bir kamu yöneticisi var mı?
CUMARTESİ günü İstanbul’da yapmaktan en çok zevk aldığım işi yaptım. Sultanahmet’in eski sokaklarında küçük bir tur, açık hava kahvelerinde bir soğuk bira, Kapalıçarşı Fes Kafe’de bir kahve, Mercan kapısından çıkıp, yokuştan aşağıya Mısır Çarşısı’na kadar yürüyüş, Pandelli’de geç bir öğlen yemeği!
Bu bölgedeki insan çeşitliliğini, mağazaların vitrinlerindeki canlılığı başka bir yerde bulabilmeniz kolay değil.
Ama şunu da söylemeliyim ki bu turu yapmak için benim gibi Haliç’in Galata tarafından geliyorsanız Eminönü’nden geçmeniz de o kadar kolay değil!
Bu turu senede birkaç kez yaparım, her seferinde aynı şeyi görüyorum ama öyle görünüyor ki benim gördüğümü bu kentin idarecilerinin hiçbiri görmüyor, görseler de ilgilenmiyorlar.
Unkapanı’ndan Eminönü’ne gelirken meydana ulaşmadan hemen önce bir otopark var ve günün her saatinde de tıklım tıklım dolu. Dolu olan otoparka girmek için bekleyenler yolun bir şeridini kapatıyorlar. Trafik orada bir kere tıkanıyor. Meydanı geçtikten sonra Sirkeci’ye gelirken bir otopark daha var, onun durumu da aynı. Otoparka girmek için sıra bekleyenler Sirkeci’den Eminönü’ne kadar tek şeridi kapatıyorlar. İstanbul Valisi her gün bu yoldan geçiyor olmalı, çünkü işyerine gitmek için o yoldan geçmesi gerek. Kuşkusuz ki emniyet müdürü, trafik müdürü, belediye başkanı gibi sıfatları olanlar da aynı yolu kullanıyorlar.
Ama hiçbirisinin aklına otoparkların girişine bir trafik ekibi koymak ve yolun bekleyenler nedeniyle tıkanmasını önlemek, yolda akışkanlığı sağlamak da gelmiyor.
Kamu yönetimimize hâkim olan “Dünyayı ben mi kurtaracağım kardeşim” anlayışının basit bir yansıması bu sadece.
Şimdi bu yazıya alınıp bana açıklama yapmak isteyebilirler, hiç zahmet etmesinler, yayımlamayacağım. Dediğim gibi bu yoldan ne zaman geçsem aynı şeyi görüyorum. İstanbul’da idareciler değişiyor ama bu yolun manzarası hiç değişmiyor!
Görevlerini ihmalin sonu ölüm oldu
KAMU yöneticilerinin görevlerini ihmal etmelerinin, önemsememelerinin tek sonucu trafik tıkanıklığı da değil tabii.
Telafisi mümkün olmayan olaylar da yaşanıyor, insanlar yaşamlarını kaybediyor. Kayak milli takımı kampındayken antrenman sırasında düşerek hayatını kaybeden Aslı Nemutlu olayında olduğu gibi.
Bununla ilgili soruşturma sırasında yazılan bir bilirkişi raporu neredeyse kazadan Aslı Nemutlu’nun sorumlu tutulması sonucunu yaratacaktı. Bu konudaki düşüncelerimi daha önce sizlerle de paylaşmıştım.
Ancak savcılığın mahkemeye yeni ulaşan iddianamesinde durum değişti.
Kayak Federasyonu Başkanı ve Federasyon’un Erzurum İl Temsilcisi “Yeterli güvenlik önlemlerini almadıkları için taksirle ölüme sebebiyet vermekten” yargılanacaklar. İddianamede “Kazanın meydana geldiği pistte olay günü itibarıyla pist sınırını belirginleştiren çizgileri gösteren ve düşen sporcunun hızını azaltmak amacı ile uygulanan aynı zamanda homoligasyon haritasında da belirtilen b tipi güvenlik ağı uygulamasının yapılmadığı belirlenmiştir” deniliyor.
Görevliler işlerini doğru yapmış olsalardı, belli ki Aslı Nemutlu 18 yaşında aramızdan ayrılmayacaktı.
“Bu diğer kamu yöneticilerine de bir ders olur mu” diye sorarsanız, yanıtım ne yazık ki olumlu değil.
Görevini ihmal eden, gereği gibi yerine getirmeyen görevlileri koruma refleksi ile hareket eden kamu yönetimi anlayışımız değişmedikçe, bu durum da değişmeyecek.