Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın TÜRGEV Vakfı, Siirt’te bir Anadolu imam hatip lisesi ile bir kız yurdu yaptırmış! Kız yurduna da annesinin ismini vermiş: Emine Erdoğan Orta Öğretim Kız Öğrenci Yurdu.
Bunu okuyunca “Aferin Bilal’e” dedim, “hayırlı evlat dediğin işte böyle olur.”
Sonra da kendi kendime kızdım tabii: “Yasemin’i yanlış yönlendirdim, gitti akademisyen oldu, maaşı kitaplarına zor yetiyor. Oysa onu Bilal gibi deniz nakliyatçılığı işine sokmayı akıl etseydim, Afyon’da yurt yaptıracak parayı kazanır, annesinin adını da ona verirdi!”
Böyle düşünürken gözüm haberin devamına takıldı haliyle.
Meğerse okulu da yurdu da yaptıran Limak isimli şirketmiş.
O zaman TÜRGEV’e neden ihtiyaç duyuldu, bilemedim.
Hele Limak’ın patronu, kendi annesinin, anneannesinin, babaannesinin, kız kardeşinin, kayınvalidesinin, eşinin, kızının adı dururken niye bu tesise
Cumhurbaşkanı’nın eşinin adını uygun gördü, bunu hiç anlayamadım.
Hadi o uygun gördü, Emine Hanım nasıl kabul etti? Neden “Nihat Bey, hiç öyle şey olur mu, bu sizin paranızla yapıldı, benim adımın konması yakışık almaz” demedi?
Acaba bu da bir tür “havuz” uygulaması mı?
“Havalimanı işini veririm, 20 yurt, otuz imam hatip lisesi alırım, dördünün ismini de ben koyarım” gibi bir havuz pazarlığı yani.
Benim bildiğim vakıf denilen uygulama, şahsına ait nakit ya da taşınmaz serveti ya da onların gelirini hayır işlerinde kullanma uygulamasıdır.
Ama öyle görünüyor ki Bilal Bey kardeşimiz kendi cebinden kuruş harcamıyor.
Oysa bir oda dolusu parası vardı, hatırlarsınız, nereye koyacağını şaşırdığı!
Vakfın değirmenine suyu devlet ile iş yapanlar taşıyor. İhale peşindeki havuzcular, arsasına imar izni arayan kendine kral süsü vermiş Arap diktatörleri filan.
Bunun adına normal olarak “nüfuz ticareti” denir ama nerede bunu araştıracak savcı?
———————————–
Bakara – makara derken
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, elinde Kürtçe Kuran-ı Kerim ile miting meydanında kürsüye çıktı.
Bu cümlenin hiç bir haber değeri yok.
İlk kez olmuyor, dinin kutsal değerleri miting alanlarında ucuz siyasi polemiklerin mezesi haline ilk kez getirilmiyor!
Bu olayı bir “haber” haline getiren şey, “sunucu”nun kimliğinde gizli o sunucu da Egemen Bağış. Hani “Bakara – makara sallıyorum her cuma bir şeyler” diye telefonda gevrek kahkahalar atan adam var ya o.
Biri önde elinde Kuran-ı Kerim’i sallayıp ucuz bir nutuk atıyor, bakara – makaracı da arkada pişkin pişkin sırıtıyor!
Daha kim bilir nelere tanıklık edeceğiz, Allahım, sen aklımıza mukayyet ol!
————————————
Ben Kuran’la yaşamadım ama
Allah’ın bildiğini kuldan saklayamam, ben hayatımı Kuran-ı Kerim ile geçirmedim.
Din dersinde öğrettikleri namaz dualarından başka bir dua da bilmem. Türkçe mealini de ibadet için değil, meraktan okudum.
Ama şunları biliyorum:
Kuran-ı Kerim’i, Besmele çekerek eline aldıktan sonra herhangi bir kitap gibi elinde sallamayacaksın.
Oturup okuyacaksın ya da yerinde muhafaza edeceksin, çünkü o oyuncak değil.
Abdestli olacaksın, abdestin yalan dolanla, haram lokmayla, zulümle, ya da başka uygunsuzluklarla bozulmamış olacak.
O kitabı kutsal kabul eden yüz milyonlarca insan var, onlara saygılı olacaksın.
—————————-
Partizan yönetimin doğal sonucu
Hatay Arkeoloji Müzesi’ndeki mozaiklerin, yeni sergileme alanına taşınması sırasında bozulmaları ve tahrip edilmeleri basit bir “restorasyon” hatası değildir.
Gerçek bir kültürel hazine söz konusu ve Türkiye bunu sadece kendisi için değil., insanlığın tümü için muhafaza etmek sorumluluğunu taşıyor.
Ama gördünüz işte, Hürriyet’in dünkü manşeti yapılan işi gayet güzel tarif ediyor:
Mozaiklere adeta botoks yapılmış.
Kültür Bakanlığı da hemen “inceleme” başlatmış tabii. Bizim bürokrasi geleneğimizde bunun ayrı bir yeri vardır, “incelerler”! İş işten geçtikten sonra!
Peki ama sizin işiniz bu restorasyonun adam gibi yapılmasını sağlamak değil miydi?
Sahip olunan tarihi hazinenin değerini bilmeniz ve bu işi yapacak en ehil kişileri, şirketleri bir araya getirmeniz ve işi onlara vermeniz gerekmiyor muydu?
“Bu restorasyon nasıl gidiyor” diye merak edip, bir gün bile olsa işi denetlemek aklınıza gelmedi mi?
Peki o maaşları niye alıyorsunuz, o makam otomobillerine niye biniyorsunuz, o koltukları neden işgal ediyorsunuz?
Bu işi yüzünüze gözünüze bulaştırdınız, çünkü bakanlık kadrolarına ehil olanlar değil, “partidaş” olanlar dolduruldu.
Bakandan başlayarak, müsteşara, genel müdüre ve en sonunda müze yöneticilerine kadar hepiniz sorumlusunuz.
Bu nedenle yüzünüzün kızarmayacağını, utanmaz bir pişkinlikle o koltuklarda oturmaya devam edeceğinizi biliyorum.
Bakanlık, restorasyonun hangi şirkete yaptırıldığını açıklamamış.
Ben kolayca tahmin edebilirim: Böyle bir restorasyon işini daha önce hiç yapmamış, kadrolarında bu işlerden anlayan arkeolog, restoratör bulunmayan bir “yandaş” şirket!
Bu da AKP iktidarının Türkiye’ye bir armağanı!
Kazanılan paranın bir bölümünün değişik havuzlara aktarılması işi, ihalelerin böyle şirketlere verilmesiyle mümkün olabiliyor çünkü.
————————————