Alacakaranlık kuşağı kanunu
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, 3 Aralık Pazartesi günü öğlen saatlerinde Köşk’e gönderilen Hákimler ve Savcılar Kanunu’nda değişiklik yapan kanunu Pakistan dönüşü gece yarısı 1.40’ta imzaladı.
Söz konusu kanun değişikliği üzerinde nasıl tartışmaların yaşandığını hatırlayacaksınız.
Hákim ve savcı atamalarını siyasallaştırmak ile eleştirilen kanunu, Cumhurbaşkanı’nın incelemeye gerek görmeden imzalamış olması, kendisinin yeminini bozduğuna işaret ediyor.
Tarafsız olmak için yemin eden bir cumhurbaşkanının, kamuoyunda bu kadar çok eleştirilen bir kanunu ciddiyetle incelemesini beklememiz gerekiyordu.
İtirazların nereden kaynaklandığını, haklı olup olmadıklarını incelemek, cumhurbaşkanının vazgeçemeyeceği bir göreviydi.
Bir gece yarısı TBMM’den geçen kanun, yine bir gece yarısı alelacele imzalanarak “gece yarısı kanunu” olarak isimlendirilmeyi de hak etmiş oldu.
Bu aynı zamanda adli sistemimizin bir “alacakaranlık kuşağına” girişinin de habercisi.
Cumhurbaşkanı’na şunu da hatırlatmak istiyorum:
Yeminine sadık kalmak, o makamda bulunan kişinin sadece kendisine karşı değil, makama karşı da duyması gereken bir sorumluluktur.
Buna özen göstermeyenlerin meşruiyetlerinin tartışılır hale gelmesi de kaçınılmaz olur.
Konuşmadan önce iki kere düşünmek!
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün, Pakistan gezisi sırasında gazetecilerin YÖK ile ilgili olarak sorduğu soruya verdiği yanıt, siyasette en yüksek makamlara kadar gelen kişilerin ağızlarını açmadan önce iki kere düşünmeleri gerektiğini gösteren bir örnek oldu.
Köşk’ten yapılan açıklamada, çok tartışılan istihbarat notunun YÖK’ten geldiğinin söylenmediği belirtiliyor.
Demek ki o gün uçakta bulunan gazetecilerin tümü ne söylendiğini anlayamamışlar!
Hepsi Cumhurbaşkanı’nın uçağına davet edilecek kadar tecrübeli, saygın gazetecilerden söz ediyoruz.
Sorulan bir sorunun yanıtını anlamamış olmalarına ihtimal vermiyorum.
Zaten soru da YÖK ile ilgili ve Cumhurbaşkanı da, rektör atamalarındaki gariplikleri anlatırken bu örneği veriyor.
Belli ki konuşmanın nereye varacağı, söylenen cümlenin hangi bağlam içinde yer aldığı gibi hususlar, Cumhurbaşkanı’nın aklına bile gelmemiş.
Bu bir anlamda AKP’nin siyaset yapma biçimine de işaret ediyor diye düşünüyorum.
Başbakan’ın, bakanların “amacını aşan cümleler” kurmalarına, “yanlış anlaşılmalarına” o kadar çok tanık oluyoruz ki aksini düşünebilmek artık mümkün değil.
Küfürbaz cemaat mensupları
FETHULLAH Gülen ve cemaatinin hoşgörü ve barıştan yana olduğu söyleniyor.
Bilmiyorum, belki gerçekten de öyle olabilir.
Ancak şunu söylemeliyim ki bütün cemaat değilse bile, cemaatin bir bölümünün sıkı bir eğitim ve terbiye sürecinden geçmeleri gerekiyor.
Bu köşede Dr. Alp Nuhoğlu’nun, Vatan’da yayımlanan ve yayımlanmasının üzerinden üç gün geçmesine rağmen yalanlanmayan bir açıklamasını eleştiren bir yazı yazmıştım.
Dr. Nuhoğlu, söz konusu gazeteye yapmadığı yalanlamayı bana yaptı, dün bu köşede okudunuz.
Yazım yayımlandığından beri cemaate mensup olduklarını Fethullah Gülen’den “Hoca Efendi” diye söz etmelerinden çıkardığım ve kendisini “Müslüman” diye tanımlayan kişilerin küfür ve beddualarına maruz kaldım.
Eskiden olsa sinirlenirdim belki ama artık biliyorum ki dini aşırılığa kaçmış kişilerin ağızları gerçekten çok bozuk olabiliyor.
Her farklı görüşe böyle yaklaşanların nasıl olup da “hoşgörülü” olabildikleri de ayrı bir soru.
Fethullah Hoca ve arkadaşları bu sorunlarının üzerine ciddi olarak eğilmeliler.
Bu yazımdan sonra da biliyorum ki yine benzeri bir e-posta bombardımanına maruz kalacağım.
Eğitimimde rolleri olan aile büyüklerimin ve öğretmenlerimin kızmayacağını bilsem “Aynen size iade ediyorum” diyeceğim.
Ama o zaman o küfürleri ben de etmiş olacağım için ağzıma biber sürülme tehlikesini göze alamıyorum.
Ancak şunu söyleyebilirim: Allah hepsini ıslah etsin!