BERLİN’de, Alman vatandaşlığına geçmek isteyen göçmenlerden istenen bir belge, ırkçılığın kökünün günümüz Avrupa’sında da halen geçerli bir ideoloji olduğunu ortaya koyuyor.
Berlin Eyalet Meclisi üyesi Özcan Mutlu’nun verdiği bir soru önergesinden öğrendiğimize göre Alman vatandaşlığına geçmek isteyenlerin imzalaması gereken belgede şunlar yazılı:
“Vatandaşlık Dairesi’nin, vatandaşlık işlemleri ile ilgili olarak ırk ve etnik kökenimi içeren araştırmaları yapmasına izin veriyorum.”
Hürriyet Muhabiri Ali Varlı’nın bu haberini okuduğumda ister istemez yine Yaşar Kemal’in “Dünyanın hiçbir memleketinde Türkiye’deki kadar ırkçılık kalmadı” sözünü hatırladım.
Geçmişinde ırkçılıktan kaynaklanan felaketler yaşamış bir ülkede, kamu otoritesinin bu tür belgelerin peşine düşmesini hatta belki de elinde cetvel kafatası ölçüsü almaya kalkışmasını nasıl açıklamalıyız?
Demek ki “Böyle ırkçılık başka yerde yok” önermesinin bizleri aşağılık kompleksine sokmasına izin vermememiz gerekiyor.
Ne yazık ki ırkçılık dünyanın her yerinde etkisini bunca acıya rağmen hálá sürdürebiliyor.
Bununla mücadelenin de bir tek yolu var: Dünyanın her yerinde, insan haklarının ve demokrasinin gelişmesinde ısrarcı olmak!
Başbakan’a bu sefer katılıyorum
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın başlattığı “derin devlet” tartışmalarında söylediği bir söz dikkatimi çekti.
Erdoğan, “kurumların içindeki çeteleşme” olarak tanımladığı “derin devlet” için “Bu konunun üzerine bir yere kadar gidebiliyoruz. Yürütme, yasama, yargı birlikte çalışmalı” dedi.
Bugüne kadar yaygın inanç, adına kısaca “derin devlet” denilen çeteleşmenin, güçlü bir siyasi irade ile ortadan kaldırılmasının mümkün olabileceğiydi.
Böylece, en yetkili ağızdan bunun sadece siyasi otorite işi olmadığını, devletin tüm anayasal kurumlarının bu işin üzerine gitmesi gerektiğini de öğrenmiş olduk.
Cüneyt Arcayürek, geçen hafta piyasaya çıkan kitabı “Derin Devlet”te (Detay Yayıncılık) bu kavramı şöyle açıklıyor: “Derin devlet aslında kontrgerillanın başkalaşmasıdır. Her ülkede farklı adlarla anılan örgüt, NATO tarafından organize edilir. Faaliyetleri tüm ülkelerde Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyinde izlenir.”
Başbakan’ın açıklaması ile Arcayürek’in tarifini birlikte okuyunca şunu düşünmek mümkün:
Devletin bazı gizli faaliyetleri için oluşturulan bazı gruplar kontrolden çıktılar ve çeteleştiler.
Başbakan’a katılıyorum: Türkiye’yi bir acılar ülkesi olmaktan kurtarmak sadece hükümetin değil, aynı zamanda yargının da işi!
İstanbul Emniyet Müdürü hálá yerinde
SORUŞTURMA derinleştikçe İstanbul Emniyeti’nin Hrant Dink cinayetindeki ihmali ile ilgili kuşkuları büyütecek bilgilere ulaşılıyor.
2006 yılının şubat ayında Yasin Hayal’in, Hrant Dink’i öldürmek için plan yaptığı, şu anda gözaltında bulunan “polis muhbiri” Erhan Tuncel tarafından Trabzon Emniyeti’ne bildirilmiş.
Trabzon Emniyeti de 19 Şubat 2006 tarihinde bir yazıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi’ne durumu bildirmiş.
Yazıda Yasin Hayal’in, İstanbul’da bulunabileceği olası adresi de yer alıyormuş.
İstanbul Emniyeti, verilen adreste yaptığı soruşturmadan bir sonuç alamayınca da yazı bürokrasinin dehlizlerinde bir yerlerde unutulup gitmiş.
Bu haberler ortaya koyuyor ki iki ayrı ihmal var.
1- Trabzon Emniyeti, bombalama olayı hükümlüsü bir şahsı, hakkında yapılan ciddi bir ihbara rağmen izlemeye devam etmemiş. O da bu arada yaylada etrafına topladığı gençlerle silah eğitimi yapmış, içlerinden bir tanesini de Hrant Dink’i öldürmeye göndermiş.
2- İstanbul Emniyeti, bu ciddi ihbara rağmen Hrant Dink’i korumak için hiçbir önlem almaya gerek görmemiş.
Birinci ihmalin sorumlusu olarak görülen Trabzon Emniyet Müdürü görevinden alındı.
İkinci ihmalin sorumlusu ise herhalde herkesten önce İstanbul Emniyet Müdürü olmalı.
Ve o hálá görevinde tutuluyor.
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, müfettişlerin incelemelerine devam ettiğini söylüyor.
Bu incelemenin selameti açısından İstanbul Emniyet Müdürü’nün görevden alınması gerekmiyor mu?