Amaç bağcı dövmek değilse!
ESKi Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, 28 Şubat soruşturması çerçevesinde İstanbul’da gözaltına alındı ve polis eşliğinde Ankara’ya götürüldü.
Bu yazıyı yazdığım sırada henüz sorgusu tamamlanmamıştı.
Önce uygulamadaki garipliğe dikkat çekmek istiyorum: İsmail Hakkı Karadayı’nın İstanbul’da gözaltına alınıp polis eşliğinde Ankara’ya götürülmesi gerekiyor muydu?
Bence hayır, gerekmezdi.
Savcı bir gün önce telefon edip “İsmail Hakkı Bey, yarın şu saatte Ankara Adliyesi’ne gelin lütfen” deseydi, Karadayı bir uçağa biner, gider ifadesini verirdi.
Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükselmiş, o yaşa gelmiş bir emekli generalin kaçacağını düşünmüyorlardı sanırım. Kaçacak olsa, 28 Şubat soruşturması başladığında kaçardı, bugüne kadar beklemezdi.
O zaman bu gösteriye neden gerek duyulduğunu savcı beyin açıklamasında yarar var.
Bu peşin bir itibarsızlaştırma ve cezalandırma operasyonu mudur?
Ve hazır yeri gelmişken tekrar hatırlatayım, savcı bey belki onca yoğunluğu arasında buna fırsat bulamamış olabilir çünkü.
28 Şubat soruşturmasının en önemli belgesi kuşkusuz ki o tarihte toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nun aldığı kararlar. Bu kararların konuyla ilgili olanlarının mahkemeye gönderilmesine MGK izin verdi, hatırlarsınız.
Ama bu yetmez.
Önemli olan konu o kararlara giden sürecin MGK’da nasıl yaşandığıdır.
O gün askerler MGK’da ne dediler? Gizli ya da açık darbe tehdidinde bulundular mı? Konuşmalarda buna yönelik bir tehdit var mıydı? Zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ne dedi? Zamanın Başbakanı Necmettin Erbakan ve yardımcısı Tansu Çiller neler dediler? O kararların alınması sürecindeki tutumları neydi?
Bunların hepsi o günkü MGK tutanakları arasında yer alıyor ve savcılık talep ederse kuşkusuz ki MGK da tutanaklar üzerindeki gizliliği kaldıracaktır. Kaldırmasa bile çaresi var: Bir yargıç bunun için mahkeme tarafından görevlendirilebilir ve o yargıç tutanakları okuyup, gerekli gördüğü notları alarak dosyaya koyabilir.
Savcılık neden bunu talep etmedi? Bunu gerçekten merak ediyorum ama yanıt alamayacağımı da biliyorum.
Galiba amaç o gün neler olduğunu gerçekten ortaya koymaktan daha çok bir intikam operasyonu yapmak.
Karadayı’nın sorguya götürülüş biçimi de bu görüşümü destekliyor.
Düşmanla konuşmanın püf noktası
MİT Müsteşarı ile Abdullah Öcalan arasında PKK’ya silah bıraktırmaya yönelik görüşmelerle ilgili haberleri tahmin ediyorum ki herkes ilgi ve dikkatle takip ediyor.
Görüşmelerde hangi mevzular açılmış, MİT Müsteşarı neler talep etmiş, buna karşılık Abdullah Öcalan ne istemiş, hepsini öğrendik gibi.
Belli ki MİT Müsteşarı’nın bilgisi dahilinde bir “kamuoyu aydınlatma platformu” oluşturulmuş.
Çünkü Abdullah Öcalan’a eğer bir uydu ya da cep telefonu verilmediyse ondan bu bilgilerin sızmasına olanak yok.
Her şey daha öncekinden farklı gelişiyor.
Oslo’daki görüşmelerin bazı tutanaklarının sızdırılması ne kadar büyük gürültü koparmıştı, hatırlar mısınız bilmem.Ne demişlerdi, hatırlayalım: Böyle görüşmelerin gizli tutulması esastır, kamuoyunun vaktinden önce bilgilendirilmesi bu tür görüşme süreçlerini yaralar vs.
Zamanın Britanya Başbakanı Tony Blair adına IRA ile bu tür görüşmeler sürdüren Jonathan Powell da “Düşmanla Konuşmak” isimli anılarında bunu vurguluyordu.
“Bu tür görüşmeler gizli yürütülmeli ki kamuoyunda örgüte taviz veriliyormuş izleniminin doğmasına ve görüşmelerin kesilmesine yol açılmasın” diyordu.
Bana her şey sanki çok ortada cereyan ediyormuş ve özellikle böyle olsun isteniyormuş gibi geliyor.
Dileyelim ki bu “iletişim başarısı” görüşmelerden sonuç alınmasıyla pekişsin!
Ağaçlara çaput da bağlasalardı keşke
BU haber dün Hürriyet’te yayımlandı:
“Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi Kaymakamı Cengiz Erdem, Şemdinli 34. Hudut Tugay Komutanı Tuğgeneral Metin Tokel, kurum amirleri ve köy imamları dün ilçe merkezine 17 kilometre uzaklıktaki Bağlar Köyü’nde, Hazreti Muhammed’in soyundan Seyyid Abdülkadir–i
Geylani hazretlerinin 11. kuşaktan torunları
Seyyid Taha ve Seyyid Abdullah’ın türbelerini ziyaret ederek dua etti.”
Bunun için köyde geniş güvenlik önlemleri de alınmış ki devlet ricalinin Şemdinli şubesindekilerin başına bir iş gelmesin!
Belli ki organizasyonu Kaymakam yapmış, “Zatın manevi şahsiyetinde Allah’tan yardım istemeye geldik, yeni yılın Şemdinli’ye, bölgemize, ülkemize ve İslam âlemine sağlık, mutluluk ve barış getirmesi için” diye anlatıyor.
Yatırın çevresindeki ağaçlara çaput da bağladılar mı bilemiyorum tabii, haberde böyle bir ayrıntı yok.
Dua ettikleri yatır Abdülkadir–i Geylani hazretlerinin 11. kuşaktan torunlarının mezarı.
Merak ettim, Geylani hazretlerinin bilmem kaçıncı göbekten torunlarından şu anda sağ olanlar var mı acaba?
Nüfus müdürlüğü bir araştırmayla bu konuyu aydınlatabilir ve Öcalan ile görüşmelerde onların nefesinden de yararlanılabilir diye düşünüyorum!