Anayasa’nın ’vatandaşlık tanımı’ unutuldu
DIŞİŞLERİ Bakanlığı’nın TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na gönderdiği raporun “hizmete özel” olarak tasnif edilmiş bölümünde, Türkiye’deki azınlıklar ile ilgili ayrıntılı bilgiler veriliyor.
Buna göre Türkiye’de halen 270 azınlık ibadethanesi açık bulunuyormuş. Ermeniler 60 bin kişi ile ilk sıradalar. Yahudilerin sayısı 25 bin olarak belirtiliyor. Rum nüfus ise 3-4 bin kişi olarak tahmin ediliyor.
Rapordaki bu bilgiyi “merak edenler vardır” diye aktardım. Bugün değinmek istediğim konuyla bir ilgisi yok bunun. Dikkatinizi çekmek istediğim konu, TBMM’ye gönderilen azınlıklarla ilgili raporun Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanmış olması.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, vergisini ödeyen, askerlik görevini yerine getiren, seçimlerde oy kullanan insanlar bunlar.
Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin, Müslüman vatandaşları hangi haklara sahiplerse aynı haklara sahipler, Müslüman vatandaşlar hangi görevleri yerine getiriyorsa, onlar da aynı görevleri eksiksiz olarak yerine getiriyorlar.
Ülkenin sınırları içinde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile ilgili raporun Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanmasından daha garip ne olabilir?
Bu garip uygulama aslında Dışişleri Bakanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’nın görev alanına müdahalesi gibi görünüyor ama çok daha vahim anlamları var.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir bölümünü, sırf Müslüman olmadıkları için “yabancıymış gibi” konumlayan bir tutum bu.
“Laiklik” konusunda hassas olanların, dikkatlerini bu ayrımcılığa da yöneltmeleri gerekiyor.
’Çarşaf açılımcılarına’ eski aile albümleri
ESKİ aile albümlerindeki fotoğrafları yayımlamak iyi bir fikirdi.Bugün yaşadığımız ülke ile cumhuriyetin ilk yıllarındaki ülkeyi karşılaştırmak açısından gerçekten yararlı olduğunu da söyleyebilirim.
Kent kökenli her ailenin evindeki albümlerde bulunabilecek türden fotoğraflardan söz ediyorum.
Anneannelerinizin, babaannelerinizin cumhuriyet balosuna ya da bir düğüne giderken giydikleri giysilere bir bakın.
Ya da bir kır gezintisinde çekilmiş toplu fotoğraflara.
Uzaktaki akrabalara gönderilmek için kent içindeki bir fotoğraf stüdyosunda kucağında bir bebekle poz veren genç kadınların giysilerine bakmak da aynı işi görür.
Hatta o kadar eski olmasına bile gerek yok. Annelerimizin genç kızlıklarında çekilmiş fotoğrafları da bize benzer bir öyküyü anlatır.
Kendinize şunu sorun: Anneanneniz ya da anneniz, bugün o fotoğraftaki giysilerle Anadolu’nun herhangi bir kentinde gezintiye çıkabilirler miydi?
Anadolu’ya kadar gitmeye gerek yok. Bugünkü büyük kentlerimizin kenar mahallelerine gidebilirler mi?
Dini inanışlarında bir sorun olmayan, namazlarını, oruçlarını kaçırmayan insanlardı onlar da. Belki bugün türbanıyla sokaklarda dolaşan birçok kadından daha da dindardılar.
O fotoğraflara bakarken şunu düşünün: Ne değişti de, o günlerde kentlerde o giysilerle dolaşabilen kadınların kızları, torunları, sokağa çıkarken on kere düşünmek zorunda kalıyorlar?
Bireysel özgürlüklere ne oldu?
Nasıl bir toplum ve mahalle baskısı yaratıldı da o gün kullanılabilen bireysel özgürlüklerin bir bölümü bugün kullanılamıyor?
“Çarşaf açılımcıları” bu soruların yanıtlarını da düşünmeliler.
’Bitir artık şu işi!’
REFERANS Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can, geçen gün ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e, Başbakan tarafından şöyle bir talimat verildiğini yazdı: “Bitir artık şu IMF işini!”
Onlarca nutuktan, “Ümüğümüzü sıktırtmam” efelenmelerinin ardından gelebildiğimiz nokta bu: Olan çok değerli zamana oldu.
Dünya üzerindeki 38 devlet, ekonomik kriz ile mücadele programlarını tamamlayıp, açıkladılar. Kimisi IMF ile anlaşmasını yapıp, programını uygulamaya çoktan başladı. Biz ise ancak “bitir artık şu işi” noktasına gelebildik.
Ekonomik kriz ile mücadele için elbette tek yol IMF ile anlaşmak değildi. Bu yollardan biriydi ve bunu yapmamak için aylarca direnen hükümetin bu süre içinde “yerli bir program” hazırlamış olması da gerekirdi.
Hükümet ne onu becerebildi, ne de ötekisini.
Şimdi ekonomi neredeyse durma noktasına gelmişken akıllar başa geliyor.
Erken harekete geçilse, çok daha az maliyetle halledilebilecek bir sorunu çözmek için şimdi daha yüksek bir bedel ödeyeceğiz.
Bizi yönetecek kadroları seçerken, sahip oldukları bilgi düzeyine hiç bakmamanın bedeli olacak bu.