Arınç, ‘inanç özgürlüğü’ istemiyor mu?
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, imam hatip liselerinin memleket için yararlarını sayarken bu okullardan hiç satanist çıkmadığını da söyledi.
Bunu bilebilmemize olanak yok sanırım. Kim bilir belki çıkmıştır da bizim haberimiz olmamıştır.
Bir çocuk yetiştirdiğim için bu tür konulara yönelik olarak ilgim açık. Bu tür haberleri dikkatle izlerim. Hafızamı internet yardımıyla da tazeledim, memleketimizde kaç satanizm olayına tanık olduğumuzu hatırlamaya çalıştım.
Satanizme bağlanan bazı çocuk intiharları ve bir genç kızın öldürülmesinden başka kayda değer bir şey yok. Bu olaylarda ateş düştüğü yeri yakmış ama bunun bir genel eğilim olmadığı da açıkça görülüyor.
Yani Arınç üzülmesin, memleketimizin öteki okullarının da satanist yetiştirme konusundaki performansları iyi sayılmaz.
Öte yandan Arınç, bize kendisini hep Müslüman bir demokrat olarak tanıtmaya gayret etti. Vicdan (ya da inanç) özgürlüğünün savunucusu olduğunu da biliyoruz.
Satanizm de sonuç itibariyle bir inanç. Şeytana inanabilirsiniz, bu sizden başka kimseyi ilgilendirmez. Eğer sizin inanmadığınız türden bir “ahiret hayatı” varsa tabii ki yandınız demektir, ama bu dünyada bu sadece sizi ilgilendirir. Satanizm ne zaman ki başka insanların ya da hayvanların canının yanmasına neden olur, işte sadece o zaman bu hepimizi ilgilendirir. Kamu otoritesi buna engel olmak ve cezalandırmak için harekete geçer.
Yani Arınç, eğer inanç özgürlüğü konusunda samimiyse, inançlar arasında bir ayırım yapmadan bunu herkes için istemelidir.
Bir inancın “uygun” olup olmadığına karar vermek ona düşmez, herkes kendi hesabını kendisi verir.
Kiminle görüşülmesi gerektiğini söyleyemezseniz!
BAŞBAKAN Yardımcısı Beşir Atalay geçen gün, “Akan kanı durdurmak için kiminle görüşülmesi gerekiyorsa görüşürüz” dedi.
Atalay, “Kürt açılımının” mimarı sayılırdı, iyi niyetli bir girişim başlatmıştı. Ama arkasında bir siyasi irade ve tutarlı bir program olmadığı için bu proje Habur vakasıyla çöktü.
Başbakan’ın, “Teröristler ile görüştüler” diye BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak için nutuk üzerine nutuk attığı bir dönemde, Atalay’ın “Akan kanı durdurmak için kiminle görüşülmesi gerekirse görüşürüz” demesi de Habur sonrası günleri hatırlatıyor bana.
Sırf muhalefet etmek için yazıyor olsam şöyle diyebilirdim: 10 senedir kiminle görüşeceğinize bir türlü karar veremediğiniz için mi akan kan bir türlü durmuyor?
Hayır, böyle bir şey söylemeyeceğim tabii.
Ama burada yine “açılım” günlerine dönüp, o zaman söylediğimi tekrarlayacağım: Bu işi gerçekten çözmek isteyen bir siyasi irade var mı?
Bence yok!
Eğer olsaydı, Başbakan bugün konuştuğu şeylerin hiç birini söylemezdi. Şu anda Başbakan’ın bir tek derdi var: Bahçeli’nin yetersizliklerinden yararlanıp, cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP oylarını kapmak!
Bunun için gerekirse Türkiye’yi yeni bir kaosa sürüklemeyi de göze almış durumda, dokunulmazlıklara kafayı takmış olmasının nedeni bu.
Bu konuyu çözmek için siyasi iradenin olmadığını gösteren başka bir husus da zaten bizzat Atalay’ın sözlerinin içinde yatıyor.
Terör sorununu çözmek için kiminle görüşülmesi gerektiğini artık sokakta top oynayan çocuklar bilirken, Başbakan Yardımcısı “kiminle görüşmemiz gerekirse” tanımından ileriye gidemiyor.
Açıkça konuşamıyor, kiminle görüşeceklerini ya da halen görüşüldüğünü söyleyemiyor.
Bunu söylerken bile bin dereden su getiren bir siyasi yaklaşımın, bu sorunu kökünden çözecek iradeyi ortaya koyabileceğine ben inanmıyorum!
İsteyen inansın tabii. Ama boş inanç, gencecik insanların ölüp gitmesine engel olmuyor ne yazık ki.
Amacını çok aşan bir ifade
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, önemli hayır işlerinde yer alıyor, bunu memnuniyetle izliyorum.
Ülkeyi yöneten konumdaki insanların eşleri, böyle konularda önderlik etmelidir ki evinde bomboş oturan başkalarını da harekete geçirmek mümkün olabilsin.
Emine Hanım, önceki gün de Down Sendromu ile ilgili olarak farkındalık yaratmaya yönelik bir kampanyaya katıldı.
“Hayatın içinde ben de varım” önemli bir kampanya ve ben de kişisel olarak bu kampanyayı destekliyorum.
Emine Hanım’ın konuyla özel bir ilgisi olduğunu da bu vesileyle öğrendik, Down Sendromlu Hayrettin isimli bir süt ağabeyi varmış, iki-üç yıl önce kaybetmişler, Allah rahmet eylesin.
Kampanyanın imza töreninde bir konuşma yapan Emine Hanım şöyle diyor: “Keşke bütün engelliler Down Sendromlu olsalar. Hiç kimseye zararları yok, faydadan başka.”
Amacını çok aşan bir ifade olarak görüyorum.
Down Sendromu dışında engeli olanların kime zararı olabilir ki?
Bir düzeltme yapılsa ve bu yanlış ifade düzeltilse, engelli insanlarımızın kırılan kalpleri belki biraz huzur bulabilir diye düşünüyorum.
Eminim, Emine Hanım da benim gibi düşünüyordur.