Assisi’li Francesco’nun omzundaki kuşlar!
MILAN Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği isimli romanında bir olayın kendisini hazırlayan rastlantılar oranında önemli ve anlamlı olacağını anlatır.
Gereklilikten doğan ve her gün tekrarlanan, zaten olmasını beklediğimiz olaylar Kundera’ya göre “dilsiz”dir.
Dili olan ve bize bir şeyler anlatan olaylar rastlantılardır ve onlara bir kahve falı bakar gibi bakarsak, ne söylediklerini anlayabiliriz. Kundera bunları söyledikten sonra bir aşkı unutulmaz kılacak olan şeyin de binlerce küçük rastlantıdan oluşacağını söylüyor. Romandan şu sözü not etmiştim: “Bir aşk unutulmaz olacaksa eğer, küçük rastlantılar Assisi’li Francis’in omzuna konan minik kuşlar gibi hemen o an kanat çırpa çırpa gökten aşağı doğru süzülmelidir.” Kundera’nın “Francis” dediği ya da çevirmenin öyle yazmayı uygun gördüğü kişi Fransisken mezhebinin kurucusu Assisi’li Francesco’dur. Siz bu satırları okurken ben Assisi’de olacağım. Arkadaş önerilerine uyma konusunda fazla tereddütlü bir insan olmadığım için! Kundera’nın romandaki sözünü hatırlamamın nedeni de bu oldu zaten. Sizlere daha sonra Assisi ile ilgili izlenimlerimi de anlatırım.
Aslına bakarsanız, Kundera’nın bir aşkı unutulmaz kılacak şeyler olarak tarif ettiği küçük rastlantılar olmasaydı, aşk da olmazdı.
Olması gerektiği gibi gelişen, her gün kendini tekrarlayan ilişkilerden aşk değil, başka şey çıkar. Arkadaşlık, dostluk, formel bir evlilik gibi!
Aşk, tanımı gereği önceden tahmin edilemeyen bir süreçtir. Kime, neden âşık olacağınıza önceden karar verip, o yolu izleyerek bir yere varamazsınız.
Böyle yaparak elbette bir “ilişki” kurabilirsiniz, ama buna aşk denmez. Aşk, beklenmeyen durumlardan çıkar, engellenemez, öngörülemez.
Geçenlerde bir arkadaşım “Artık âşık olmak istiyorum” dedi. Dediğim gibi arkadaşlarımla ilişkimde pürüz çıkartan taraf olmayı sevmem, uyumlu bir insanımdır, “Âşık olmayı bu kadar istiyorsan ol” dedim önce.
Ama bunun o kadar kolay olmadığını, başka bin tane değişkene ve tesadüfe bağlı olduğunu söylemedim kendisine.
Evet, Sliding Doors filmindeki gibi kapılar açılıp kapanıyor ama her açılan kapının ardında bir aşk da bizi beklemiyor.
Ne dersiniz, kötü bir arkadaş mıyım?
Cose Turche!
İTALYANCA’da içinde Türklerin yer aldığı üç deyiş olduğunu arkadaşım Fabrizio’dan öğrendim.
Birincisi herkesin bildiği “mamma gli Turchi” (anneciğim Türkler). Bir diğeri “Türk gibi sigara içmek” ki İtalyancasını istiyorsanız “fumare come un Turco” diye not edebilirsiniz.
Üçüncü deyiş ise “cose Turche”! “Türk şeyleri, Türk ilişkileri” gibi bir anlamı var, bir deyim olduğu için uzun uzun anlatmak gerekiyor, şipşak bir karşılığı yok ne yazık ki!
Bu kavram kadın erkek ilişkilerinin biraz karanlık, biraz karmaşık ve kolayca açıklanamayan yönleri için kullanılıyor. Seksi, heyecanlı ve meraklı durumlar için!
Örnek vermek gerekirse: Akşam yeni bir kız arkadaşıyla çıkan genç bir erkek (Giovane) sabah kafede espressosunu içerken arkadaşları ona “Dün gece nasıl geçti” diye soruyor. “Giovane” eğer “cose Turche” diye yanıt verirse bunun o yaştaki genç erkekler için olumlu bir yanıt olduğunu anlamamız gerekiyor. Yani yenmiş, içilmiş, hızlı danslar yapılmış, öpüşülmüş ve gece “diyagonal” bir düzlemde sona ermiş.
Eğer “Giovane” bu soruyu boş gözlerle yanıtsız geçiştiriyorsa da anlıyoruz ki kız kazuletin teki çıkmış, akşam erken sonlanmış.
Fabrizio ile İtalyancadaki bu üç kavramın İtalyanların Türklere “kötü bakışı” ile ilgili olup olmadığını tartıştık.
İlki şüphesiz ki Türklerin barbar göründükleri dönemlerden kalma, Türk burada korkutucu bir yaratık! Anneler de yemek yemeyen çocuklarını zaten böyle korkuturlarmış, “Türkler geliyor, yemeğini yemezsen seni onlara veririm” gibi!
“Türk gibi sigara içmek” kavramı olumlu mu, olumsuz mu çıkartamadık. Kimine göre olumlu olabilir, kimine göre olumsuz. Sigara içen ile içmeyen bu meselede farklı düşünecektir.
Ama Fabrizio ile karar verdik ki “cose Turche” Türkler hakkında “olumlu” bir bakış içeriyor.
En azından ikimizin kafasından geçen bu!
Gaziantep’teki Çingene Kız
GEÇTİĞİMİZ hafta sonu Gaziantep’te dünyanın en büyük mozaik müzesini gezerken “Bu inceliklerle dolu sanatsever, becerikli insanlar şimdi nerede” diye düşünmeden edemedim.
En çok merak ettiğim mozaik ise Zeugmalı Çingene Kız mozaiği idi, heyecanla önce onu görmeye koşturdum. Nedense kafamda çok büyük bir mozaik hayali kurmuşum, karşıma küçücük bir “tablo” çıktı. Tıpkı Mona Lisa tablosunu müzenin duvarında ilk gördüğüm andakine benzer bir şaşkınlık geçirdim. Çünkü Mona Lisa’yı da görmeden önce büyük bir tablo gibi düşünmüştüm.
Çingene Kız da onun gibi küçücük ve Mona Lisa ile bir başka benzerliği daha var: O da gözleriyle sizi takip ediyor! Biri fırça ve boyayla yapılmış, diğeri küçük mermer parçacıklarıyla. Hangisinin daha değerli bir sanat eseri olduğuna karar veremedim.
Gaziantep, Türkiye’nin giderek en önemli turizm merkezlerinden biri olmaya aday. Dokuz müze var bir kere. Birçok tarihi binanın çevresi temizlenmiş, ortaya çıkmaları sağlanmış restorasyonu yapılmış.
Eğer bugüne kadar Gaziantep’e gitmediyseniz hiç olmazsa bir hafta sonunuzu ayırmalısınız.
Muazzam müzeler, tarihi binalar ve çarşılar ve elbette dillere destan Gaziantep mutfağı. Bir tek sakıncası var ki bir hafta sonunda 1,5-2 kilo daha ağırlaşarak evinize geri dönmeniz söz konusu olabilir.
Kentte Sahan, İmam Çağdaş gibi herkesin bildiği lokantaların yanı sıra isimlerini Antep dışında az duyulmuş lokantalar da var, kaldığınız otelden bunların listesini alıp keşfe de çıkabilirsiniz.
Memleketimizin güneydoğusunun ülkenin gelişme hızına yetişemediği ve şu ya da bu nedenle çok geride kaldığı bir gerçek. Gaziantep böyle bir coğrafyanın ortasında güneş gibi parlıyor!