Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Ayakkabı kutusu serbest miydi?

Başbakan Ahmet Davutoğlu, partisinin belediye başkanları ile yaptığı toplantının kapalı bölümünde şunu söylemiş: “Eşini, işini ve evini değiştirenlerin peşine düşeriz, şüpheyle yaklaşırız. Parasal ilişkilerde dikkatli olun.”
Başbakan’ın bu sözlerinin medyaya yansımasının nedeni, AKP’nin hakkında yolsuzluk iddiaları olan belediye başkanlarını incelemek üzere müfettişler görevlendirmiş olması.
Başbakan’ın bu konudaki hassasiyetini biliyoruz.
Belli ki iktidar zehirlenmesinin neden olacağı yolsuzluklara karşı daha dikkatli bir döneme geçmeye çalışıyor.
Dilerim ki başarılı olsun.
Ancak bu girişiminin ve verilen demeçlerin, yapılan konuşmaların havada kaldığı bir nokta var.
O da bu partinin haklarında ciddi yolsuzluk iddiaları bulunan bakanlarını yargıdan kaçırma ve suçu ört bas etme ile ilgili tavrıdır.
“Evini, işini, eşini değiştirenin” peşine düşeceğini söyleyen Başbakan, bütün para alışverişleri ortalığa dökülmüş bakanları, yargıdan kaçıran partinin genel başkanı!
Ayakkabı kutusunda, elbise torbasında, çikolata tepsisinde gönderilen dolarları aklayan da aynı parti!
Ayakkabı kutularına doldurulup, evlere saklanan dolarların, Euroların “sahibine” iade edilmesini sağlayan da yine aynı partinin bakanlarını yargıdan kaçırma operasyonu oldu.
Bir de şunu söylemek istiyorum ki Başbakan bu “ev değiştirme” işine fazla takılmasa iyi olur.
Mesela diyelim ki bir partili, yıllar önce dar gelirli bir semtte, ruhsatı bile olmayan bir binada yaşıyor olsun.
Sonra işi gücü yoluna koyunca, hem kendisine, hem çocuklarına birer villa almış, çocuklarına iş kurmuş filan.
Ne yani, şimdi bu adamın yolsuzluk yaptığını mı varsaymamız gerekiyor?
Başbakan bilmiyor mu ki rızkın onda dokuzu ticarettedir ve işini bilen tüccar, sadece bisküvi satarak bile iyi paralar kazanabilir!
—————————
 
Demokrasilerde böyle şeyler olmaz
 
Gözümüz aydın, medyaya “geleneksel aile kriteri” geliyor.
Resmi Gazete’de yayımlanan 2016 yılı programında “görsel, işitsel ve sosyal medyadaki tüm yapımların geleneksel aile değerlerine uygun olması için tedbir alınacağı” açıklandı.
Programda şöyle deniliyor:
“Görsel, işitsel ve sosyal medyanın haber, magazin, film ve benzeri tüm yapımlarının geleneksel aile değerlerimize uygun olmasına yönelik tedbirler alınacak; olumsuz yayınları caydıracak etkin düzenlemeler yapılacaktır.”
“Caydırıcılık” nasıl sağlanacak, henüz tam olarak bilmiyoruz.
Para cezaları mı, hapis cezaları mı yoksa kırbaç cezası mı, belli değil.
Ancak medyayı ceza tehdidi ile baskı altına almak için yeni bir aracın hazırlanmakta olduğunu düşünmemiz için bir neden çok.
“Geleneksel aile değerleri” elle tutulamayacak, soyut bir kavram.
Herkes kendi meşrebine göre bir geleneksel aile kriteri ilan edebilir.
Bugün iktidarda olan fikre göre “geleneksel aile değeri” sayılabilecek tutum ve davranışlar, yarın başka bir iktidarın elinde “uygunsuz davranış” olarak da görülebilir.
Onun için demokrasilerde böyle soyut kavramlar üzerinden “caydırıcı tedbirler” alınmasından pek söz edilmez.
Eğer bir ülkede, kamu otoritesi böyle soyut kavramlar üzerinden hareket ederek “caydırıcı” önlemler almaya başlıyorsa da orada gerçek bir demokrasiden de söz edemeyiz.
Bu tür şeyler, otoriter, totaliter, faşist, komünist rejimlerde olur.
Bakın parlamenter demokrasi ile idare edilen Almanya’da da böyle bir “kriter” yok, başkanlık sistemiyle yönetilen bir demokrasi olan ABD’de de yok.
Çekilen bir film, yazılan bir roman böyle bir kriter ile cezalandırılmaz, kimsenin de böyle bir şey yapmak aklına gelmez.
Ama böyle uygulamalara İran’da, Suudi Arabistan’da, Türkmenistan’da, Kuzey Kore’de ve benzeri ülkelerde rastlayabiliyoruz.
Aradaki farkı yaratan şey “demokrasi”den başka bir şey de değildir.
Sivil ve demokratik Anayasa yapmak için yola çıkıp, medyayı soyut kavramlarla ceza tehdidi altına almak da olsa olsa bir oksimoron örneği olabilir.
——————————–
 
Hiç bir şey yeterli gelmiyor
 
Hükümet, özel televizyonlar ile TRT’nin seçim dönemindeki yayınlarının YSK tarafından denetlenmesine son verecek bir kanun metni üzerinde çalışıyor.
Bu sürpriz bir haber değil çünkü zaten yandaş medyanın yayınlarına baktığınızda seçim sonrası en önemli konu bu olarak ortaya çıkıyordu.
Çünkü seçim sonrasında (yani iş işten geçtikten sonra) Yüksek Seçim Kurulu, “dostlar alış verişte görsün” diyerek seçim yasaklarına uymadıkları için hükümet medyasına değişik para cezaları verdi.
Şimdi o cezalardan kurtulmak istiyorlar ve gelecek seçimlerde de her hangi bir kısıtlamaya tabi olmadan, AKP’yi destekler mahiyette yayın yapmak istiyorlar.
Böylece AKP iktidarı, kurdurduğu ihale havuzları ve kamu kuruluşlarının reklamlarıyla beslediği medyayı tepe tepe kullanacak, muhalefetin sesi iyice duyulmaz olacak.
Mesela TRT, 1 Kasım seçiminden önce siyasi partilere şu süreleri ayırmıştı:
AKP: 30 saat. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: 29 saat. CHP: 5 saat. MHP: 1 saat 10 dakika. HDP: 18 dakika!
Düşünün ki bu tablo YSK tarafından denetlendikleri halde ortaya çıkmıştı.
Şimdi bu denetim de kalkınca kim bilir ne yapacaklar?
——————————–