Başbakan’ı sıkıştırmak
BAŞBAKAN Binali Yıldırım espri yapmayı seven bir politikacı.
Politikacıların şakacı ve esprili olması iyi bir şeydir. Ciddi olacağım diye kasım kasım kasılmasındansa etrafa neşe saçması iyidir.
Başbakan da öyle bir politikacı. Kendisini önemsetmek için kasılmıyor, makamların geçici olduğunu biliyor. Bu iyi bir özellik.
Başbakan’ın 23 Nisan nedeniyle oynanan geleneksel “çocuk başbakan piyesi”vesilesiyle de bir espri yaptığını gazetede okudum.
O sırada makam odasında bulunanların buna çok güldüklerini tahmin etmem zor değil ama.
Zaten yüksek makamdaki birisi şaka yapınca, o şaka buzdolabından da çıkmış olsa gülmek “bürokrasinin altın kuralı” sayılır.
Tabii abartmadan güleceksiniz, öyle ellerinizi dizlerinize vura vura kahkahalar atmayacaksınız. Ölçülü bir kahkaha yeterlidir. Ama tebessüm yetmez, sonra sizin makam sahibinin şakasına gülmediğiniz düşünülür ki bu yazılı olmayan sicilinize olumsuz bir puan eklenmesi sonucunu doğurabilir.
Başbakan Yıldırım, Başbakanlık koltuğuna oturan 11 yaşındaki 5. sınıf öğrencisi Yağız Efe Keçe eğitim sistemi ile ilgili çok soru sorunca “Benim bakanlar bile beni bu kadar sıkıştırmıyor” demiş.
Tahmin ediyorum ki makam odasında bulunan bürokratları güldürmüş olmalı.
Ama ben olsam buna gülmezdim. Çünkü bu aynı zamanda acı bir gerçeği de ifade ediyor.
Neyse buna artık çok üzülmemiz de gerekmiyor.
Anayasa değişti, yakında “çift başlılık” ortadan kalkacak.
YÜKSEK SEÇİM KURULU İÇİN REFORM ŞART
YÜKSEK Seçim Kurulu’nun, kanunun açık “Mühürsüz oy pusulaları geçerli değildir” hükmüne rağmen, mühürsüz pusulaları geçerli sayması referandum sonuçlarının tartışılmasına yol açtı.
CHP, başarılı olamayacağı hukuki yolları zorlayacak gibi görünüyor.
Oysa, YSK’nın kararları kesin, bu da bir Anayasa hükmü.
Yaşadığımız olayda YSK’nın kanunu ihlal etmiş olması, kendisini kanun koyucu yerine koyması bu durumu değiştirmiyor.
Onun için referandumda usulsüzlük yapılıp yapılmadığını senelerce konuşsak bile bunun hukuki bir sonucu olmayacak.
Ama bu önümüze yeni bir sorun da çıkarıyor.
O yüzden, geleceğe yönelik kuşkuları gidermek için YSK’nın yapısını yeniden düşünmemiz ve çözmemiz gerekiyor.
Sorun, YSK’nın hem seçimleri yürüten idari bir organ hem de seçim ile ilgili yargısal denetimi gerçekleştiren bir üst yargı mercii olmasında.
Bu iki fonksiyonun aynı organ eliyle yürütülmesinin sakıncalı olduğunu gördük.
YSK, idari bir karar verdi, mühürsüz oy pusulalarını da geçerli sayacağını söyledi.
Ve sonra bu karara yapılan itirazı, bu kez bir yargı organı olarak inceleyip reddetti.
Kararı da kesin, YSK kararlarına itiraz yolu kapalı.
Gelecekte de bu tür sorunlar ile karşılaşmak istemiyorsak, seçimleri yürütecek idari organ ile yargısal denetimini sağlayacak organın ayrılması şart.
Referandum ile kabul edilen Anayasa’ya uyum için birçok kanun çıkarılacak.
TBMM bu faaliyetini sürdürürken, bununla ilgili bir Anayasa değişikliğini de gündeme getirmek gerekiyor.
Partilerin hepsinin böyle bir konuda uzlaşabilmeleri zor olmasa gerek.
Seçimlerin güvenilirliğini sağlamak, bir demokrasi için en önemli konulardan biridir.
VURUR YÜZÜNE İFADESİ
BAHÇEŞEHİR Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yılmaz Esmer, “Türkiye’de kutuplaşma”ile ilgili araştırması sırasında bir deney gerçekleştirdi.
Türkiye’nin en büyük 20 ilinin AKP’li ve CHP’li il başkanlarının kendi web sitelerinde yayınladıkları fotoğrafları, daha önce bu kişileri hiç görmemiş deneklere gösterdi.
Fotoğraflardakilerden hangisinin AKP’li, hangisinin CHP’li olduklarını bulmalarını istedi.
Sonuç:
Deneklerin yüzde 75’i doğru tahminde bulundu.
Deneklere daha sonra Anayasa Mahkemesi üyelerinin fotoğraflarını gösterdi ve Can Dündar ile Erdem Gül hakkında tahliye kararı veren yargıçların hangileri olduğunu sordu.
Sonuç:
Denekler yüzde 85 oranında doğru tahminde bulundular. Sadece fotoğraflara bakarak!
Prof. Dr. Esmer’in anlattığı bu deneyleri BirGün gazetesinde Meltem Yılmaz ile yaptığı söyleşide okudum.
İnsanlarımızın, birbirlerinin sadece yüzüne bakarak kimin “bizden”, kimin “onlardan” olduğunu tahmin edebildikleri bir duruma gelmişiz demek ki.
Prof. Dr. Esmer, toplum olarak “beynimizin ilkel kısmını” kullanmaya başladığımıza işaret ediyor.
Aynı deneyin ABD, İsviçre, Almanya gibi ülkelerde de yapıldığını hatırlatıp, Türkiye’deki oranlara hiçbir yerde ulaşılamadığını söylüyor.
Öyle görünüyor ki çok da iftihar edemeyeceğimiz bir başarı sağlayabilmişiz bu konuda.