Binali Yıldırım’ı kutlarım ama!
AKP hükümetinin bazı uygulamalarını eleştiriyorum ama bazı konularda da hükümetin hakkını teslim etmem gerek.
Ulaştırma Bakanlığı’nın faaliyetleri de bunlar arasında yer alıyor.
Bu bakanlık, yıllardır üzerinde bulunan ölü toprağını atmış durumda.
Özellikle demiryolu ulaşımının geliştirilmesinde alınan mesafeyi görmemek haksızlık olur.
Eskişehir-Ankara hattından sonra Ankara-Konya hızlı tren seferlerinin de başlaması ve yüksek hızlı trenin geliştirilmesi çabalarını takdir etmemek mümkün değil.
İstanbul-Ankara arasında çalışacak hızlı trenin hattının inşaatının da nasıl süratle ilerlediğini karayoluyla yaptığım yolculuklar sırasında görme olanağı buluyorum. O güzergâhtan her geçişimde inşaattaki gözle görülür ilerlemeyi izliyorum.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, önceki gün Ankara-Konya hızlı tren seferlerinin başlaması için düzenlenen törene katıldı.
Fotoğraflardaki neşesine katılıyorum, bir işi başarmış olanın sevinmek hakkıdır.
Bakan Binali Yıldırım, hattın açılış töreninde trenin makinist koltuğuna oturmuş ve Konya’ya kadar treni kullanmış.
Trenin 250 kilometre hıza ulaştığı haberlerde yazılı. Bakanın, bu iş için özel olarak eğitilmediğini ve deyim yerindeyse bu konuda bir “ehliyetinin” bulunmadığını da biliyoruz.
Geçenlerde Aliağa-Cumaovası arasında çalışan hızlı treni ehliyetsiz olarak kısa bir süre kullanan iki görevlinin işine son verildiği haberlerini de gazetede okumuştuk.
Diyeceğim şu ki, bu iş iyi bir eğitimi gerektiren ciddi bir iş. Açılış töreninde yetkililerin kısa bir süre de olsa makinist koltuğunda oturmaları hoşgörülebilir belki ama bütün yolu gitmeye kalkışmaları da ne iyi bir örnek ne de doğru bir tutum.
Saatte 250 kilometre hızla giden bir araçtan söz ediyoruz ve Allah korusun bir olası kaza, yapılan bütün iyi işleri götürürdü, Bakan Yıldırım’a hatırlatmış olayım.
Sorun binada değil adil yargılamada
İSTANBUL Özel Yetkili Başsavcıvekili Fikret Seçen, Beşiktaş’ta Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy gibi önemli davalara bakan mahkemelerin iş yükleri hafifleyene kadar yeni davaların Çağlayan’daki adliyede kurulan yeni mahkemelerde görüleceğini açıkladı.
Böylece yargılama sürecinin hızlanması ve eleştirilere de neden olan uzun tutukluluk sürelerinin kısalması bekleniyor.
Doğrusunu isterseniz bu konuda hiç iyimser değilim.
Evet, mahkemelerin iş yükü ağır ve üzerine yeni yük getirilmemesi kuşkusuz ki olumlu bir durum!
Ancak yargılama süreçlerinin sırf bu nedenle hızlanamayacağını düşünüyorum.
Çünkü özellikle Ergenekon Davası iddianameleri çorbadan farksız! Gereksiz yere uzun, asıl dava ile ilgisi olmayan “kanıtlar” bile dosyada yer alıyor, sanıkların arasındaki örgütsel ilişki ortaya doğru dürüst konulabilmiş değil, birbirleriyle aynı odada bile kalamayacak sanıklar, aynı davadan yargılanıyorlar.
İddianameler açıklandığında bunun sakıncasına dikkat çekmiştim. Bu dava, her koşul altında yıllarca sürecek ve suçsuz insanlar hapiste yatmak zorunda kalırken, gerçek suçlular da uzun süre cezalandırılamayacaklar.
Öte yandan uzun tutukluluk süresinin nedeni de mahkemelerin iş yükü filan değil.
Haklarındaki her türlü delil toplanmış, iddianameleri yazılmış, kaçma ihtimalleri olmayan hatta üçü milletvekili bile seçilmiş sanıkların hâlâ tutuklu yargılanmaları, iş yükünün fazlalığından kaynaklanmıyor.
Bir “adil yargılama” sorunu var ve bu sorun ne kadar bina yaparsanız yapın çözülebilecek bir sorun değil.
Sırada Suriye diktatörü var
KADDAFİ ile birlikte bir manyak diktatör daha tarihe karışmış oluyor.
Arap Baharı ilk meyvesini Tunus’ta verdiğinde, Mübarek de Kaddafi de bu işin sonunun nereye varacağını hesaplayamadılar.
Diktatör olmak böyle bir şey zaten: Kendini dünyanın merkezinde zannetmek, etrafında neler olup bittiğinin farkına bile varmamak!
Şimdi herkes Suriye diktatörünün bu işten bir ders çıkarıp çıkarmayacağını merak ediyor.
Elbette çıkarmayacak.
Kendi halkının üstüne tankları gönderecek kadar aklını yitirmiş bir diktatörün, gerçekleri görebilmesi ne yazık ki çok zor.
Bir süre daha idare etmeye çalışacak. “Ülkesini karıştırmak isteyen dış güçlerin oyuncağı olmuş teröristlerle” mücadele ettiğini savunacak.
Arada bir “demokratikleşme” sözü de verecek, tutmayacağını bildiği halde, bunu da deneyecek.
Sonunun yaklaştığının farkında olarak giderek acımasızlaşma tehlikesi de var elbette.
Ama ne yaparsa yapsın sonu Kaddafi gibi olacak, bu kesin.
Öteki Arap diktatörleri bundan bir ders alıp kendiliklerinden gider mi derseniz, gitmeyecekler tabii. Onların sonu da Kaddafi gibi gelecek.
Not: Yurtdışında olacağım için bu hafta boyunca yazılarımda aksamalar olabilir. Okuyucularımın bilgisine sunarım.