Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Başkenti İstanbul’a taşımak

MERKEZ Bankası’nın İstanbul’a taşınması fikri yaklaşık bir yıl önce zamanın Devlet Bakanı Ali Babacan tarafından dile getirilmişti.

Dünkü gazetelerde yer alan haberler gösteriyor ki yeni Devlet Bakanı Mehmet Şimşek de aynı fikirde.

Merkez Bankası Başkanı, Ankara’dan taşınmak istemediklerini söylüyor ama muhtemelen onun bu fikrini ciddiye alan çıkmayacaktır.

Çünkü bu fikir “İstanbul’u uluslararası finans merkezi yapacağız” iddiasına dayandırılıyor.

İstanbul’un bu iş için uygun olup olmadığı, bölgedeki öteki büyük finans merkezlerine göre dezavantajları hiç dikkate alınmıyor.

İstanbul’un alt yapısı (eğitimli insan potansiyeli, eğitim olanakları, ulaştırma, iletişim sorunları gibi) bu işe uygun değil.

Milliyet’te Metin Münir’in geçen gün bu konuyla ilgili yazdığı yazı, İstanbul’un bölgedeki rakipleriyle kıyaslandığında neden bir finans merkezi olamayacağını gayet açıklıkla anlatıyordu.

Bütün bunları yıllarını dünyanın önde gelen finans merkezinde geçirmiş Bakan Mehmet Şimşek bilmiyor olabilir mi?

Kuşkusuz biliyor olmalı.

Acaba Merkez Bankası’nı Ankara’ya taşıma fikri, başkenti de ufak ufak İstanbul’a taşıma projesinin bir adımı olarak mı düşünülüyor?

Malum, iktidardaki bazıları 1920’den sonra bu ülkede olup bitenlerden pek fazla hazzetmiyorlar!

Kestane kebap, acele cevap!

YANIT hakkına saygı gösterilmesi gerektiğine inanırım. Bu nedenle bu köşede bana gönderilen yanıtları yayımlarken her hangi bir rahatsızlık da duymuyorum.

Bazen yanıt hakkının kötüye kullanıldığını bile düşünsem bu görüşüm değişmiyor.

Dün bu köşede Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a bazı sorular sordum.

Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın, değeri yüksek hediyeler verme alışkanlığı ile ilgili sorulardı bunlar.

Kral Abdullah, bir ay önce Ekvador Devlet Başkanı’nın eşine değeri yüz binlerce dolar ile ifade edilen pırlanta takılar armağan etmişti.

Ekvador Devlet Başkanı, bunu satıp gelirini devlet hazinesine aktarmak için Kral’dan izin istediğini söylüyordu.

Benzeri yüksek değerdeki armağanların Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile eşlerine verilip verilmediğini sormuştum.

Bu köşede sık sık açıklamalarına yer verdiğim Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık sözcülerinden bu yazı yazılana kadar her hangi bir açıklama almadım.

Bunu yazıyorum ki “Sordu ama yanıtını aldığı halde yayımlamıyor” iddialarına muhatap olmayayım.

Yanıt hakkını işlerine geldiği zaman kullanmak konusunda hevesli olanların, sorulan önemli sorulara yanıt verme ihtiyacı duymamalarına da ayrıca dikkatinizi çekiyorum.

Değişmek o kadar kolay değil

12 Eylül öncesinde Taha Akyol ile her hangi bir yerde karşılaşmış olsak, en hafif deyişle birbirimize iyi gözle bakmazdık.

Bunu iyi biliyorum, çünkü mesela Enver Altaylı ile 2. harekáttan bir süre sonra Kıbrıs’ta bir toplantıda karşılaştığımda böyle bir gerginlik yaşamıştık.

Taha Akyol’un son yayımlanan kitabı “Tarihten Geleceğe”yi (Truva Yayınları) okurken o günlere gittim.

Taha Akyol’un bu kitabı, 12 Eylül öncesinde MHP Genel İdare Kurulu üyesi ve partinin yayın organı Hergün gazetesi yazarı iken yazdığı yazılardan oluşuyor.

Yazılarda, günümüzün şartlarına göre değişiklik yapılmamış, hatta değişen fikirler bir dip not olarak bile düşülmemiş.

Akyol’un bunu yapmama nedeni okuyucusuna çeyrek yüzyıllık bir süre içinde ne kadar değişip, ne kadar değişmediğini gösterebilmek.

Kitabı bu gözle okuyunca insan ister istemez kendi siyasal düşünce serüvenini de gözden geçiriyor.

“Değişim”in ne kadar kaçınılmaz olduğunu ama ne kadar değişirse değişsin siyasi eylemlerine temel olan durumlar ve fikirlerden çok fazla da uzaklaşamadığını görüyor.

Benim gibi “evrende değişmeyen tek şey değişimdir” felsefi önermesine inanan birisi için oldukça ilginç bir deneyimdi bu kitabı okumak.

Ve şunu da düşündüm: İnsan, değiştim demekle değişmiyor. Bunun muhasebesini iyice yapmış olması, değişim fikrini içselleştirmesi de gerekiyor ki o sözün bir anlamı olabilsin.

“Değiştim” diye siyaset yapan Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın da böyle bir süreçten geçmeleri gerekiyor ki söyledikleri sözler inandırıcı olabilsin.

Taha Akyol’un kitabına yazdığı önsözü okurlarsa, ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirler.