Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir gazeteci böyle ‘suçlu’ oldu!

BAŞBAKAN Yardımcısı Beşir Atalay, “Yeni demokrasi paketiyle şiddet içermeyen her düşünce serbest olacak” dedi.

Atalay, paketin ayrıntılarını açıklamıyor. Çünkü bu yeni demokratikleşme paketi henüz hazırlık safhasındaymış. Yargının hızlandırılması dâhil olmak üzere Terörle Mücadele Kanunu’nda ve Türk Ceza Kanunu’nda düzenlemeler yapılacakmış.

Atalay’ın sözleri kulağa hoş geliyor ama gerçek hayatta nasıl uygulanacak, orası muamma!

Çünkü Türkiye’de siyaset ne zaman düşüncenin önündeki engelleri kaldırma yolunda bir adım atsa, yargı karşısında bir başka adım atıyor. Bunca değişikliklere rağmen düşüncenin hâlâ suç sayılıyor olmasının nedeni bu.

Artık bir tür “cadı avı”na dönüşen KCK operasyonunda gazetecilere yönelik suçlamanın “haber yapmak, haber yayımlamaktan” ibaret olduğunu hatırlatayım.
KCK operasyonunda tutuklanmasına karar verilenlerden biri de eski bir gazete muhabiri olan Dilek Demiral.

İzmirli, 33 yaşında. Ege Üniversitesi’nde sosyoloji okurken Özgür Gündem gazetesinde beş yıl kadar muhabirlik yapmış. Sonra akademisyen olmak amacıyla üniversiteye geri dönüp, gazeteciliği bırakmış bir genç kız.

Avukatının verdiği bilgiye göre Dilek Demiral’ın dosyasında ne bir izleme fotoğrafı, ne bir dinleme kaydı, ne de işlediği “suça ilişkin” bir kanıt bulunuyor.
Savcının sorduğu sorular “Avrupa’ya, Irak’a, Kazakistan’a niye gittin”den ibaret.

Hepsi gazetecilik faaliyeti için yapılmış geziler ve röportajlar da zaten gezi dönüşü gazetede yayımlanmış.

Dilek sorgusunun üzerine tutuklanmış. Hakkındaki “kuvvetli suç şüphesi” bir gizli tanığın “Dilek Demiral’ı da bir eğitim faaliyetinde gördüm” demesinden kaynaklanıyor.

Başka bir kanıt yok. İfadesinde kendisine bu soru sorulmuş, “katılmadım” diyor. Ama bu değil, gizli tanık ifadesi ciddiye alınmış!

Dilek Demiral, bir gençlik heyecanıyla girdiği gazetecilik mesleğini sekiz yıl önce bıraktı!

Yaptıklarının suç kovuşturmasına konu olması için sekiz yıl geçmiş! Doğru söyleyip söylemediğini kimsenin bilmediği bir gizli tanık ifadesiyle, büyük olasılıkla üniversiteden de atılacak!

Ne “adalet” ama!

Beşir Atalay’a önerim demokratikleşme paketiyle oyalanmak yerine, yargıç ve savcılara temel hukuk, insan hakları, fikir özgürlüğü eğitimine bir an önce başlamalarıdır.

Milletvekili maaşlarına neden kızıyoruz?

MİLLETVEKİLLERİNİN özlük haklarındaki düzenlemenin parasal boyutu hep olduğu gibi medyamızda ve halkımızda ciddi bir tepki ile karşılandı.

Doğrusunu isterseniz ben genel eğilim gibi düşünmüyorum.

Milletvekili, halkın TBMM’deki temsilcisidir. Ondan bütün mesaisini halk için çalışmaya ayırmasını bekleriz. Başka işler yapması yakışık da almaz, zaten başka işle meşgul olursa bizim için çalışamaz.

Ve onlar da çoluk çocuk sahibidir, kimseye muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürebilmelilerdir ki çıkar çevrelerinin oyuncağı olmasınlar.

Ama bunu söyleyerek vatandaşı da ikna edemiyoruz. Halk, milletvekillerinin özlük haklarındaki her olumlu gelişmeyi sanki kendisine kazık atılıyormuş gibi algılıyor.

“Memura, emekliye yok, milletvekiline gelince para bol” demagojisi, popülist ellerde bu nedenle işe yarıyor.

Halkımız, karşısına çıkan milletvekiline şunu sormaya hiç gerek görmüyor: “Ben seni seçtim Meclis’e gönderdim. Geçen dönem kaç konuşma yaptın? Kaç kanun teklifine katkı verdin? Denetim görevini yerine getirdin mi? Toplantılara katılıp her konuda fikrini açıklandın mı? Neden her konuda liderinin ağzına baktın, senin kendine ait bir fikrin yok mu?”

Bunu sormuyor, bu sorulara alacağı yanıtlar nedeniyle sinirlenmiyor ama iş milletvekili maaşına zam konusuna gelince öfkeden köpürüyor!

Çünkü milletvekillerinin kendisi tarafından değil, parti genel başkanı tarafından seçildiğinin farkında.

E o zaman da “böyle vekile, bu kadar para çok” diye düşünmesine de şaşırmamak gerekiyor!

Pazartesi sorusu: KPSS çetesi nerede?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, KPSS sorularını ve yanıtlarını çalıp, Türkiye çapında seçilmiş belli kişilere dağıtan çetenin faaliyeti ortaya çıktığında çok sinirlenmiş ve hemen MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü’ne talimat vermişti:

“Soruları çalanları bulun ve dosyayı önce bana getirin!”

Aradan iki yıldan fazla zaman geçti ortada hâlâ yakalanan, hakkında dava açılan bir çete yok.

Ya MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü Başbakan’ın emrini takmıyor, “nasıl olsa bir şey yapamaz” diyerek işlerini savsaklıyorlar, ya da işlerini yapıp dosyayı önce Başbakan’a verdiler, o da şu ya da bu nedenle dosyayı bir sümenin altına itekleyiverdi.

Hangisinin doğru olduğunu bilemiyoruz, çünkü bu konuda da tam anlamıyla bir “omerta” uygulanıyor. “Konuşan yanar” gibi bir durum yani.

Konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı’nın Devlet Denetleme Kurulu’na bir inceleme yaptırdığını hatırlatan bazı okuyucularım oldu.

O incelemenin sonucu ile ilgili bir rapor yayımlanmış da değil. Acaba böyle bir inceleme yapıldıysa, DDK hangi sonuca ulaştı? Cumhurbaşkanı danışmanları küçük twitçiklerle bu konuyu da açıklasalar ne kadar iyi olurdu.

Söze gelince AKP hükümetinin “çetelerle mücadeleye verdiği önem” üzerinde çok duruluyor.

Ama birçok öğretmenin sınavının iptal edilmesine ve mağduriyetine yol açan bir çete hâlâ serbest!

Yoksa KPSS çetesi de “dokunan yanar” familyasından bir çete mi?