HÜRRİYET

Bir kişi için bütün ulus suçlanamaz

GEÇTİĞİMİZ günlerde Hürriyet’te bir haber yayımlandı.Azeri bir hanımla evlenen bir Türk erkeği, evlilik sürecinde başından geçen tatsız olaylar yetmiyormuş gibi bir de dayak yemiş ve işkence görmüştü.

Parasını, evini kaybetmiş, ortada kalakalmıştı.

Bazı ayrıntı farklılıklarıyla benzerlerine dünyanın her yerinde rastlanabilecek, her evlilikte yaşanabilecek tatsız bir durum söz konusuydu.

Haber Hürriyet’te yayımlandıktan sonra, genellikle yapıldığı gibi bazı televizyonlar işin peşine düştüler.

“Kalbi yaralı kocayı” ekranlara çıkardılar, öyküsünü herkese bir kez daha anlatmasına vesile oldular.

Ama bence çok önemli bir detayı ihmal ettiler.

Üzgün eş televizyonda başından geçenleri öyle bir anlattı ki, sanki her Azeri kadınla evlenen Türk’ün başına bunlar gelebilirmiş gibi bir izlenim doğdu.

Oysa Hürriyet, dertli kocanın bu anlama gelen sözlerini yayımlamamaya özen göstermişti.

Nasıl İtalya’da çok hırsızlık oluyor diye bütün İtalyanlara hırsız denilemiyorsa, bir kadının marifetleri nedeniyle bütün Azeri kadınları zan altında bırakacak bir genelleme yapılamazdı.

Çünkü bir tek kişinin yaptığı hata yüzünden bütün bir ulusu suçlayacak ifadeler kullanmanın “ırkçılık” olduğuna inanıyorduk.

Azerbaycan’da Türk televizyonlarını izleyenlerin sayısı da küçümsenecek kadar değil.

Nitekim bu yayınlar Azerbaycan kadınları arasında rahatsızlık yaratınca Azeri Türk Kadınlar Derneği Başkanı Tenzile Rüstemhanlı, televizyon kanallarına telefonla ulaşmaya çalıştı, başarılı olamadı ve Hürriyet’i aradı.

Tüm Azeri kardeşlerimizin, tek bir örnek nedeniyle suçlanamayacakları gerçeğini buradan televizyoncu arkadaşlarımıza duyurmuş olayım.

İşine tutkuyla bağlı bir tek insan yeter

ESKİDEN televizyonda maç izlemediğim günlerde Digiturk’te yayımlanan “Alice” kanalını seyrederdim. Onun yerine konulan Home TV’nin bazı programlarını da kaçırmıyorum.

Bu kanallarda en çok hoşuma giden, meraklarına tutkuyla bağlı ve onu bir yaşam biçimi haline getirmiş insanların öykülerini izlemekti.

Şarapçılar, peynirciler, zeytinyağcılar, pastacılar, lokantacılar… Onları hep imrenerek izledim.

Geçen gün Garanti Bankası’nın eski genel müdürü Akın Öngör ile bir yemekte sohbet ederken böyle bir programı izliyorum zannettim.

Akın Öngör, emekli olduktan sonra Akhisar’da aldığı bir arazide önce şahane bir bağ yetiştirdi, şimdi o bağda ürettiği üzümlerden şarap yapıyor.

“Butik” bir üretim bu, Fransızların “şato şarapları” gibi! Zaten üretimin sınırlı olması nedeniyle marketlerde satılamıyor. Bazı şarap kavlarında bulabilirsiniz Cabernet Sauvignon, Merlot ve Şiraz üzümlerinden elde edilen Selendi’yi.

Bence bağı o kadar genç olmasına rağmen mükemmel bir şarap bu.

O bağda üretilen “Selendi Şarapları”nı tadarken, Öngör, üretim sürecini öyle tatlı tatlı anlatıyordu ki bir an için kendimi bağ kütükleri arasında dolaşırken buldum.

Selendi, kár amacıyla üretilmiyor. Satışından elde edilen gelir Akhisar’da yaptırılan Gülin Öngör Kız Meslek Lisesi için kullanılacak.

Baba tarafım Salihlili olduğu için o bölgeyi bilirim. “Burada şaraplık üzüm yetişmez” inancının, yaptığı işe sevgiyle bağlanan bir tek kişi tarafından nasıl yıkılabileceğinin bir örneği bu.

Zaten yaşamın her alanında da öyle değil mi?

Kadınları anlamak gerçekten çok zor

EBRU’yu tanımazsınız. 170 santimi geçen boyu, omuzlarına inen dalgalı siyah saçları, yeşil gözleriyle bir rüya prensesi.

Böyle anlatıyorum ama doğrusunu isterseniz onu yolda görsem ben de tanımam.

Ebru’nun varlığından son günlerde “dadandığım” Radyo Klas’ta sabahları yayımlanan “Aşk Böcüğü” isimli bir radyo programı vesilesiyle haberdar oldum.

Bu programda birbirleriyle tanışmak isteyen genç kızlar ve erkekler önce telefonda konuşturuluyorlar, sonra da birbirlerinden hoşlandıklarını anlarlarsa tanışıyorlar.

Bu programda dikkatimi şu çekti: Size sözünü ettiğim Ebru da dahil olmak üzere bütün genç kızların ortak bir özelliği var: Erkeklerin söylediklerini dinlemiyorlar!

Çocukların kendilerini tanıtmak için verdikleri bilgileri defalarca soruyorlar. Mesela, delikanlı kendisinin daha önce evlenip boşandığını söylüyor, kız tekrar soruyor: “Daha önce evlendiniz mi?”

Ve hepsine şu ortak soruyu da soruyorlar: “Niyetiniz ciddi mi?”

Çocuk ne desin? “Ciddiyim” diyor tabii, “Yok biraz takılalım diye aradım” deyip şansını tepecek hali yok ya.

Bir de şu soru var: “Nasıl bayanlardan hoşlanırsınız?”

Ben olsam “baymayanlardan” diye yanıt veririm ama genç erkekler genellikle hep “sohbet edebilmekten” dem vuruyorlar.

Oysa kızın sorularına baksalar, onun bir sohbetin en önemli unsuru olan “dikkatle dinlemekten” habersiz olduğunu fark edecek ve telefonu kapatacaklar.

Kızlar, birbirine yakın özelliklerdeki adaylara aynı soruyu soruyorlar, aynı yanıtları alıyorlar ve nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde içlerinden birinde karar kılıyorlar.

Kadınları anlamanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha öğreniyorum her seferinde.

Allah’tan yaşım başım ilerledi. Genç erkeklerin işi gerçekten çok zor!