Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir konuştu, dudaklarım uçukladı!

ÖNCEKİ gece televizyon haberlerinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi izlerken, bir an için oturduğum koltuğun arkasına saklanma ihtiyacı hissettiğimi fark ettim.

Öyle bir yüz ifadesiyle konuşuyor ki, mamasını yemek istemeyen çocuklara bu sahneleri gösterip, “yemezsen seni ona veririm” demek, gelecek nesillerin sağlıklı ve dengeli beslenmeleri için yeterli olabilir!

Merak ediyorum, MHP’de kimse Bahçeli’yi uyarmıyor mu? “Böyle korkutucu tavırlarla geniş kitlelerden oy alamayız” diyen yok mu?

Sözünü ettiğim konuşmasında Devlet Bahçeli şöyle bir söz söyledi: “MHP, İstanbul’da öyle adaylar çıkaracak ki ertesi sabah dudaklarınız uçuklayacak!”

“Dudakların uçuklaması” deyişini, beklenmeyen, korkutucu bir durumla karşılaşılmasını ifade etmek için kullanıyoruz.

MHP’nin adayları açıklanınca neden dudaklarımız uçuklasın?

1- Bahçeli, öyle güçlü bir aday bulacak ki, Kadir Topbaş’ın ve Recep Tayip Erdoğan’ın bu durumda dudakları uçuklayabilir. Gerçi araştırmalar, aday kimliği ile bağımlı ya da bağımsız olarak, MHP için böyle bir şans göstermiyor, ama olsun. Belki amaç da zaten bu ikisinin dudağını uçuklatıp, ıstırap çektirmektir!

2- MHP, 12 Eylül öncesinin malum ülkücü tiplerinden birini aday göstermek istiyor olabilir. Evet, bu doğru, herkesin dudağı böyle bir durumda uçuklayacaktır. Ama bir sorun var ki onların da bir bölümü hapiste, bir bölümü firarda, bir bölümü derin devlette taşeronlukta!

3- Ve uzak bir ihtimal de şu: MHP, korku estirerek bir güç olma politikasına dönmek istiyor! Eğer böyleyse, Tanrı, Türk’ü gerçekten korusun!

Bu en başta Diyanet İşleri’nin görevidir

DİYANET İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Kurban Bayramı nedeniyle ortaya çıkan görüntülerin Türkiye’ye yakışmadığını söyledi.

Hiç kuşkusuz medeni bir ülkede yaşanmaması gereken görüntülerdi. Hayvan hakları açısından da, hijyen koşulları açısından da, insani tavır açısından da ne yazık ki çok uygunsuz görüntüler ortaya çıktı.

Kurban, yüzlerce yıldır bugün toplumumuzun bir bölümünün yadırgadığı biçimde kesildi.

Sadece Türkiye’de değil, bütün İslam coğrafyasında böyle oldu.

Ve halen de öyle kesiliyor. Sadece bizde değil, bütün İslam coğrafyasında böyle olmaya devam ediyor.

Binlerce yıllık bir geleneğin, üç-beş senedir gösterilen bir titizlikle değişebilmesini düşünmek mümkün değil.

Diyanet İşleri Başkanı “Kurbandan amaç sadece kan akıtmak değildir” diyor ve ekliyor: “Biz kasabı, kurbanı bulup, kurban hizmeti verecek değiliz.”

Evet, haklı, bu Diyanet İşleri’nin görevi değil.

Ama unutmayalım ki ülkedeki 90 bine yakın camide, senenin 52 cumasında hutbe okunuyor.

Acaba senede kaç cuma, kurbanın böyle kesilmemesinin gerekliliği üzerine hutbe okundu?

Kurban Bayramı’nın hemen öncesindekilerde ve bayram namazı vaazlarında elbette yer almıştır ama belli ki bu yetmiyor.

Dinin bir kuralı, geleneklerin elinde bozulduysa ve günümüz dünyasında bu geleneklerle mücadele etmek gerekiyorsa bunu düzeltmek de herhalde Diyanet İşleri’ne düşen bir görevdir.

Öncü ülkenin karnesine bak!

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, “Türkiye insan haklarında hep öncü oldu” dedi. “Türkiye’nin insan hakları konusunda yüksek standartlara ulaştığını” söyledi.

Bu konuşmaları kim yazıyor, gerçekten merak ediyorum. Hadi, danışmanlardan biri bunu yazdı diyelim. Bu demecin altına imzasını atarak, kamuoyuna açıklayan siyasetçi, bunu yazılı metni hiç okumadan mı yapıyor?

Cumhurbaşkanı’nın “insan haklarında öncü” dediği Türkiye’de neredeyse ayda bir, polis “dur ihtarına uymadı” diye insan vuruyor.

Tek suçları gazete, dergi satmak olan solcu gençler, sokak ortasında dövüldükleri ve tutuklandıkları yetmiyormuş gibi bir de işkenceye maruz kalıyorlar.

Karakollara düşüp de dayak yemeden çıkan kaç kişi var? Düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan ceza yasaları hálá yürürlükte olduğu için sadece bu yılın ilk on ayında 291 ayrı dava açıldı.

En temel haklardan biri olan, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkını kullanmaya kalkan, kafası gözü yarılmadan evine dönemiyor.

Ve Cumhurbaşkanı’na göre bu ülke “insan haklarında hep öncü” oluyor! kAROG’da bile bu kadar gülmemiştim!