Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir maç saha kapatma ödüldür!

GEÇTİĞİMİZ yıl Ali Sami Yen Stadı’nda oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçı sırasında sahaya 221 parça yabancı madde atıldı.

Sahaya atılan maddeler arasında pet şişeler, pet su bardakları, çakmak, Bengal ateşi, avizelerde kullanılan 4 santimetre çap ve 30 gram ağırlıkta bir cam küre, konyak şişesi, koltuk ve buz parçaları vardı.

O maçta 78 kez Fenerbahçe’ye küfür edildi, 9 tane ses bombası atıldı.

Galatasaray’ın sahası bir maç için kapatıldı.

Maçın ertesinde yazdığım yazıda, bütün bunların bir maç saha kapatmayla cezalandırılmasının, gelecek maçlarda olayları önlemeye yetmeyeceğini, hatta teşvik edeceğini söylemiştim.

Bu yüzden Galatasaraylı okuyuculardan aldığım küfür dolu mektupların sayısını hatırlamıyorum.

Hatta avukat olduğunu söyleyen bir kişi, bu yazımla Fenerbahçe taraftarını Kadıköy’de oynanacak lig maçında olay çıkarmaya teşvik ettiğimi ileri sürerek hakkımda suç duyurusunda bile bulunmuştu.

O gün bana küfür edenler şimdi Kadıköy’de geçen hafta sonu yaşanan rezillikten sonra neden bir yazı yazmadığımı soruyorlar.

Aynı şeyi tekrar tekrar yazmaktan hoşlanmadığım için yazmamıştım. Yine aynı şeyi söyleyeceğim: Bu tür olaylara bir maç saha kapatma vermek, ceza değil ödüldür.

Hem yapana, hem de bir sonraki maç aynısını yapmayı düşünenlere verilmiş bir ödül!

Futbolu seyredilmez hale getiren bu rezilliklerin önüne ancak çok ağır cezalarla geçilebilir.

Kulüp ayrımı gözetmeden, herkese eşit olarak uygulanacak ağır cezaları vermeye bu federasyonun çapı yetecek mi, göreceğiz.

Ne kadar muhalefet o kadar hükümet!

HÜKÜMETİN Kıbrıs konusunda bir “altın gol” atma çabası, bu konuda önemli sonuçlar alınmasını sağlayabilecek bir adım değil.

Belli oldu ki Türkiye, her yıl bu dönemde aynı tehdit ile karşılaşacak ve her seferinde “bir altın gol” atması beklenecek.

Bu nedenle ayaküstü, sözlü olarak yapılan Kıbrıs teklifi, Türkiye’nin dış politikasının rüzgárın önünde savrulup durduğunun bir göstergesi.

Belli ki hükümetin temel teşhisi yanlış: Almanya-Fransa ekseninin, Türkiye’yi AB dışında tutma çabalarında Kıbrıs, araçlardan sadece biri. Kıbrıs olmasaydı da başka sorunlar kolaylıkla önümüze çıkarılabilirdi.

Bu nedenle günü kurtarma çabalarının bir işe yaramayacağını düşünüyorum.

Öte yandan hükümetin Kıbrıs teklifinin ardından kamuoyunda ortaya çıkan tartışmaya bakarak bazı sorular sormak istiyorum. Hükümetin Kıbrıs konusundaki bu yeni adımını en sert CHP eleştiriyor.

Peki, CHP’nin Kıbrıs’ta nasıl bir çözüm sağlayacağını bilen var mı aramızda?

Her fırsatta iktidar adayı olduğunu söyleyen bir partinin, ne önerdiğini bilmeye hakkımız yok mu?

Onlar tekliflerini açıkça söyleseler, bakarsınız hükümeti de ikna edebilirlerdi. Ama bu yapılmıyor. Niye? CHP de AKP gibi bu konuda ne yapacağını bilmiyor mu?

Bütün muhalefet partileri, pazarlıkların “kapalı kapılar ardında” yürütülmesini eleştiriyor.

Şunu merak ediyorum: Uluslararası konulardaki pazarlıklar herkesin önünde, açıkça yapılır mı? Bunun dünya yüzünde bir başka örneği var mı?

Muhalefet partileri, istisnasız olarak hükümetin “milli davaya” ihanet ettiğini söylüyor.

Demokratik rejimlerde, siyasi partiler sorunlara ilişkin planları ve programları ile iktidara gelirler ve onu uygularlar.

Siyasi partiler arasındaki fikir ayrılıkları, “milli davaların” algılanış biçiminde de kendini gösterebilir.

“Milli dava” derken, kimin milli davasından söz ediliyor? Genelkurmay Başkanı, hükümetin teklifini televizyondan duyduğunu söylüyor.

Demokratik bir ülkede, siyasi kararları önceden askerle paylaşmak olağan bir şey midir?

Ortaya çıkıyor ki hükümet kadar, muhalefetin de Kıbrıs konusunda elle tutulur, somut bir çözüm planı yok.

Aslında şaşılacak bir durum da yok ortada. Muhalefeti böyle olan ülkenin, iktidarı da ancak bu kadar olabiliyor.

Siyasi yazar daha çok, çünkü…

GENEL Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök, Orhan Pamuk’a Nobel Ödülü’nün verileceği törene katılan Türk gazetecilerin genellikle “siyasi yorumlar yazan” yazarlar olduğunu yazdı.

Benim de dikkatimi çekmişti bu durum.

Töreni izlemek üzere İsveç’e giden gazeteciler arasında sadece Doğan Hızlan (Hürriyet), Filiz Aygündüz (Milliyet) ve Cem Erciyes (Radikal) gazetelerinde sanat ve edebiyat üzerine yazı yazıyorlar. Sanıyorum töreni izlemeye giden gazetecilerin “siyasi bileşimi”nin nedeni de ödülün siyasi olmasından çok Türkiye’deki gazetelerin kültür ve sanata ayırdıkları yer ile ilgili.

Büyük gazetelerimizde her gün sanat yorumları yazan bir tek gazeteci var: Doğan Hızlan.

Birçok gazetemizde “edebiyat” hafta sonu eklerindeki kitap önerileri ile sınırlı.

Eski bir gazete yöneticisi olarak bunu eleştirmiyorum. Çünkü biliyorum ki anketlerde “En çok kültür-sanat haberlerini okurum” diyen çoğunluk, gerçek hayatta bununla hiç ilgilenmiyor.

Sanata en çok yer ayıran gazeteler, genellikle en az satan gazeteler oluyor.

Töreni izleyecek “edebiyat-sanat yazan gazeteci” sayısındaki azlığın nedeni bu. Günün birinde Türkiye’de de halk boş vaktini değerlendirmek için değil zevk için kitap okumaya başlarsa, sergi gezmekten zevk alırsa bu tablo değişebilir.

Hafta içinde size Avrupa çapında yapılan bir yaşam tarzı anketinden söz etmiştim. O ankette görülüyordu ki “Boş vakitlerinizde nasıl eğlenirsiniz” sorusuna sadece Türkiye’de yaşayan insanlar “Kitap, dergi gazete okurum” yanıtını vermemişti!