YÜKSEK Seçim Kurulu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine aday olacak birinci sınıf yargıç ve savcılar için “propaganda yasağı” koydu.
Bu nedenle gerekli düzenlemeleri yapmak için adaylıkların açıklandığı adalet.org sitesi de bir günlüğüne kapatılmış, adayların tanıtım yazıları ve özgeçmişleri kaldırılmış.
Buna neden gerek görüldüğünü anlayabilmek kolay değil.
Demokratik bir seçimin olmazsa olmazı, isteyenlerin serbestçe aday olabilmeleri ve propaganda özgürlüğüdür.
Bu seçimde adaylık konusunda bir sorun görülmüyor ama propagandanın yasaklanması seçimin demokratik yönünü sakatlıyor.
Adaylar kim olduklarını, neden aday olduklarını, seçildikleri vakit ne yönde hareket edeceklerini açıklayamayacaklarsa, “seçmenler” kime oy vereceklerini nasıl bilecekler?
Üstelik bu seçim, çok önemli bir kurulun, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayacak bir kurulun seçimi için yapılıyor.
Eğer adayların bireysel propaganda olanağı ellerinden alınırsa neyin olacağı da çok açık: Seçimde asıl rolü oynayacak olanlar örgütlü gruplar olacaktır!
Tarikat örgütlenmelerinden tutun da Başbakan’ın hiç sevmediği yargı derneklerine kadar bir dizi örgütlü gruptan söz edebiliriz.
Bu grupların kimler olduklarının benim için çok da önemi yok.
Yargıdaki atamalar ve terfiler objektif kurallara bağlanacak ve bundan sonra yargıçlar ve savcılar, belli gruplara aidiyetleri ölçüsünde değil de sadece verdikleri kararların hukuka uygunluğu ile değerlendirileceklerse hiçbirine yer olmamalı.
YSK, bu kararının gerekçesini neye dayandırıyor bilemiyorum ama bir yanlışlık yapıldığı çok açık.
En sonunda bu da oldu!
BAŞBAKAN’ın “demokratik açılımı anlatmak için” başlattığı toplantılardan biri de geçtiğimiz hafta sonunda medya gruplarının yayın yönetmenlerinin ve medya grup başkanlarının katılımıyla yapıldı.
Toplantılar içerik değiştirmiş görünüyor, çünkü hiçbir gazetede Başbakan’ın demokratik açılım ile ilgili görüşüne rastlamadım. Adeta her şey konuşulmuş, bir tek “demokratik açılım” unutulmuş gibi bir izlenim edindim.
Toplantıda, bir yayın kuruluşunun yöneticisinin Başbakan’a yaptığı bir teklif var ki 2010 senesinin sonbaharında medyamızın durumunu gözler önüne sermeye yetiyor.
Bu arkadaşımız, Başbakan’a, yazılı medyayı denetleyecek “RTÜK benzeri” bir kurum kurulmasını önermiş! “Sonunda bu da oldu” dediğim şey bu.
Başbakan teklife itibar etmemiş gibi görünüyor ama aklının bir köşesine not ettiğine de eminim.
Başbakan, medyanın eleştirilerine kızmadığını ama “hakarete varan” yorumlara sinirlendiğini söylemiş. Medyanın muhalefetini de normal buluyormuş! Bu sözlerinin, toplantıya katılanların en azından bir bölümü tarafından tebessümle dinlendiğine eminim ama belli ki kibar çocuklar, ses çıkaran olmamış!
Gazetelerin sahiplerine “Köşe yazarlarınıza sahip olun” çağrısı yaptığını kimse hatırlatmamış.
Normal karşılıyorum. Gazetecileri “Öyle soru da sorulur mu” gibisinden azarlama alışkanlığına sahip bir Başbakan’a, böyle bir toplantıda bunu hatırlatmak kolay değil tabii!
Huzurlu bir yaşlılık geçirmek hakkı!
SAADET Partisi’nde olan bitenleri, gazeteci olarak izlemeye çalışıyorum. İşim bu olmasaydı, SP seçmeni de olmadığım için umurumda bile olmazdı gibime geliyor.
Bu topraklarda benzerlerine sıkça rastladığımız bir “Dükkân küçük olsa da benim olsun” kavgası yaşanıyor diye düşünüyorum.
Ama yine de bir vatandaş olarak tarafsız kalamadığım bir durum var. Gazetelerde, bu partinin “doğal lideri” Necmettin Erbakan’ın fotoğraflarını görüyorum.
Genellikle oturur durumda ama dik bile oturamıyor. Ayakta ise bir ya da iki kişi ya elinden tutuyor, ya koluna girmiş.
MSP lideri olduğu dönemde ben de Ankara’da gazeteciydim, seçim gezilerine filan katılmışlığım, sofrasında yemek yemişliğim var.
Bu hukuka dayanarak şöyle söylemek geliyor içimden: Necmettin Bey, artık bu işleri bıraksanız da huzurlu bir yaşlılık süreceğiniz bir düzenlemeye gitseniz daha iyi olmaz mı?
Doğrusunu isterseniz oğluna da bu nedenle kızmıyor değilim.
Ben babamı erken kaybettim sayılır belki de hassasiyetimin nedeni bu. Bir oğlun görevi, bu yaşındaki babasının yaşlılığını huzur içinde geçirmesini sağlamak olmalıdır diye düşünüyorum. Günlük siyasi kavgaların içinde bir silah olarak kullanmak değil!
Ama tabii kendi bilecekleri iş, bana dışarıdan gazel okumak düşmez bu konuda.
Öyle görünüyor ki Necmettin Erbakan, partiyi, dünya gözüyle oğluna bırakmayı hayal ediyor. “Erbakan” soyadının, siyaset sahnesinden silinmemesine çabalıyor.
Bu da gayet normal çünkü o partiyi kendi mülkü gibi görüyor. Sanırım partilileri de aynı şeyi düşünüyor olmalılar. Eski partisinin 1 trilyonunu “kaybetmekten” mahkûm edilip, Cumhurbaşkanı’nın affıyla kurtulan bir lideri hâlâ baş tacı ettiklerine göre, öyle olmalı.