BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile başlayan süreçteki tavrını artık biliyoruz: Dikkatleri asıl olaydan uzaklaştır, açgözlü kamuoyunun önüne daha iştah açıcı meseleler at, onu konuşurken asıl konuyu unutsunlar!
Bunu bugüne kadar başarıyla uyguladığı çok örnek yaşadık.
Ama bu sefer ne yaparsa yapsın, asıl mesele unutulmuyor, çünkü unutulup, geçiştirilemeyecek kadar büyük.
Önceki gün yine büyük bir seçilmiş gazeteciler topluluğuna nutuk attı ve yine aynı şeylerden söz etti.
Devlette paralel yapılanmalar, hükümeti devirmeye teşebbüs, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen dış mihraklar vs.
Halkbank’ın “Kuzey Irak petrollerindeki” rolü nedeniyle hedef seçildiğini söylüyor.
Ama bankanın genel müdürünün evindeki ayakkabı kutularının içine saklanmış 4.5 milyon dolar ile ilgili tık yok!
Hangi gizli güç o paraları ayakkabı kutularına koyup, getirip, müdür beyin evine koymuş, anlatmıyor.
Hükümeti devirmeye teşebbüs eden polisteki yapılanmalardan söz ediyor, ama eski bakanın oğlunun evinden çıkan boyum büyüklüğünde yedi çelik kasadan ve 1 milyon 200 bin liradan bahis yok!
Dış mihrakların türlü oyunlarını açıklıyor ama bakan beylere bavullarla gönderilen paralardan, 700 bin liralık saatlerden, hediye özel uçakla ailecek çıkılan umre gezilerinden hiç haberi yokmuş gibi davranıyor.
Karşısına topladığı kalabalığın arasında birkaç tane gerçek gazeteci de var ama belli ki onlara bile bu soruları gündeme getirme fırsatı verilmemiş.
Bir monolog sergilenmiş, sonra herkes işine gücüne dağılmış.
Ama artık bunun bir işe yaramayacağını görmek ve bütün bu iddiaların soruşturulmasının önünü açmak zorunda.
Çünkü bu iddiaların üzerini örtebilmesine artık olanak yok.
Stadyumlarda “Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk” sloganları atılıyor.
Abdullah Cömert, Medeni Yıldırım, Ethem Sarısülük, Hasan Ferit Gedik, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan ve Ali İsmail Korkmaz’ın fotoğraflarının altında artık “Sizin çocuklarınız çaldı, bizim çocuklarımız öldü” yazılıyor.
Biber gazı kapsülüyle kafatasları patlatılan küçücük çocuklar hastane odalarında hâlâ adalet beklerken, başkalarının çocuklarının yolsuzluktan soruşturulmalarını engellemeyi kimse yutmuyor.
Gündem değiştirmekteki ustalığıyla övünüyordu ama bu kez gündem ondan da güçlü!
Bir taşla iki kuş vurmak istiyor
BAŞBAKAN, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını bir “hükümete darbe teşebbüsü” olarak ortaya koyarak bir taşla birkaç kuş birden vurmaya çalışıyor.
Birinci kuş, halen sürmekte olan Siemens rüşvet soruşturması.
Siemens’in Türkiye’de de rüşvet dağıttığı ve şirketin bu işlerde kullandığı bir yöneticisinin Türkiye’ye gelerek bir bakan ile herkesten saklanan özel bir yemekte buluştuğu, Almanya’daki soruşturmada ortaya çıkmıştı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da bunun üzerine bir soruşturma başlatmış ve Almanya’dan konuyla ilgili belgeleri istemişti.
Soruşturmanın şu anda hangi aşamada olduğunu bilmiyoruz.
Ama artık bildiğimiz bir şey var: Bu olayı soruşturan savcılar kıskıvrak eli kolu bağlı hale getirildiler.
Soruşturmayı derinleştirirlerse ne ile karşılaşacaklarını, önce Deniz Feneri savcılarına yapılanlarla, sonra da İstanbul’da rüşvet operasyonunu yürüten savcının başına gelenlerle gayet iyi gördüler. Şimdi kim onları “işi ağırdan almak ile” suçlayabilir?
İkinci kuş ise bir türlü bastıramadığı “tek adam olma hevesi” yolunda mesafe almaktır.
Anayasa’yı istediği gibi değiştiremeyeceğini anlayınca o işi bilerek tavsattı ama şimdi “hükümete darbe, paralel yapılanma, yargı da imam var” çığlıkları ile yargıyı, yürütmeye bağlamak için yeni girişimler peşinde.
Muhalefet bu tuzağa düşer mi bilemem ama HSYK’nın yapısını değiştirmekten söz etmeye başlamasının nedeni bu.
HSYK’yı bu amaçla kurmuştu ama şimdi görüyor ki orayı tam olarak kontrol edebilmesi mümkün değil. O işte ittifak yaptığı güç, bunu engelliyor.
Yargıyı önce kımıldayamaz hale getirmek sonra da orayı istediği gibi düzenleyebilmek istiyor.
Yapmaya çalıştığı şeyin adı, sivil darbeden başka bir şey değildir!
