ABDULLAH Öcalan’ın yurtdışına kaçtığı sırada tercümanı olan PKK’lı terörist Ayfer Kaya, Almanya’da mahkeme tarafından serbest bırakıldı.
Ayfer Kaya, Avusturya’dan Almanya’ya yasadışı yollarla girmeye çalışırken yakalanmış ve Interpol Kırmızı Bülteni ile arandığı için Türkiye’ye iade amacıyla tutuklanmıştı.
İadenin gerçekleşmesi için, Ayfer Kaya hakkındaki suçlamaları kapsayan dosyanın Alman mahkemelerine gönderilmesi gerekiyordu.
Bu dosya gönderildi ve Alman mahkemesi, dosyadaki belgeleri inceleyerek Ayfer Kaya hakkındaki suçlamaların Alman kanunlarına göre iadeyi gerektirmediğine karar verdi.
Bu karardan sonra her zamanki gibi feryat figana başvurabiliriz elbette.
AB’nin Türkiye’yi bölmek istediğinden, Avrupalı müttefiklerimizin Türkiye’nin terörle mücadelesine destek değil köstek olduğundan, Alman gizli servislerinin PKK’yı kullanmaya yönelik hesaplarından söz edebiliriz.
Ama bir kere de durup düşünmemiz gerekmiyor mu artık?
Acaba bu dosyalar, Avrupa mahkemelerinin istediği gibi ciddi kanıtlarla destekleniyor mu?
Dosyaları hazırlayan görevliler, o ülkelerdeki hukuk düzeninin inceliklerini biliyorlar mı?
Bizim kanunlarımızın suç olarak kabul ettiği ama medeni ülkelerde suç sayılmayan “eylemler” (fikir açıklamak, konuşma yaparken birisinden sayın diye söz etmek vs.) dosyada yer alıyor mu?
Bu kez bağırıp çağırmaya başlamadan önce, “dosya münderecatının” ne olduğunu öğrensek gerçekten iyi olacak.
| ÖNCE ERMENİLER SONRA TÜRKLER! |
KANADA’daki bir üniversitede “soykırım” konusunun işlendiği bir seçmeli ders programına “Ermeni soykırımı” konusunun da dahil edileceğini gazetede okudum.
Bugün yarın da bu duruma Türkiye’nin göstereceği tepkilerle ilgili haberler okuruz.
Çünkü bu konu hep bu sırayla gündeme gelir.
Önce Ermeni lobisi bir yerde bir ileri adım atar, sonra Türkiye buna tepki verir.
Tersi olduğu pek ender görülür.
Büyük olasılıkla bu haber üzerine Kanada’ya yapılacak bir-iki resmi gezi ertelenecektir.
Kanadalı firmalara ihale ambargosu da konuşulur ama Fransa’ya bile yapılamayan Kanada’ya nasıl yapılsın?
Öte yandan bir açmazımız da var bu kez. Fransa’da “Ermeni soykırımı yoktur” demeyi cezalandıran kanun tartışmaları sırasında hep şunu savunduk:
Fransa gibi bilimin beşiği bir ülkede üniversitelerde bu konuda çalışacak bilim adamları bir kanunla sınırlandırılmamalı!
Haydi, buyurun şimdi, mesele ders olarak okutulacak.
Bu konuda yapabileceğimiz bir şey var ama onun için de yeterli bir donanıma sahip olduğumuz söylenemez.
Dersi okutacak hocaların ders kaynakçalarına dahil edebilecekleri, uluslararası bilimsel geçerliliğe sahip ve Türk tezini işleyen kaç ciddi kaynağımız var?
Bunların yabancı dillerdeki baskıları ne álemde?
Soru sordukça insanın içine sıkıntı basıyor!
| BAŞKAN BEY’İN ÇÖPÜNDEN KAÇ ŞİŞE ÇIKAR? |
BÜTÜN bir kent halkının, bir belediye başkanının marifetiyle kobay olarak kullanıldığına dünyanın başka bir yerinde, başka bir dönemde rastlandığını zannetmiyorum.
“Türkiye’nin başkentinde, 2008 yılında böyle bir olay oldu” diye yazacak tarihçiler, ileride.
Normal olarak Ankara’ya böylesine tartışmalı bir su verilmesine ilk karşı çıkması gereken kişi belediye başkanı olmalıydı oysa.
Çünkü o, halkın oyuyla işbaşına geldi ve birinci dereceden sorumluluğu o halka karşı.
En küçük bir riski bile göze almamalı, bilimsel raporları görüp iyice ikna olmalıydı.
Bunu yapmadığı gibi, halkı kobay yerine koyup, kimseye haber vermeden kente o tehlikeli olabileceği söylenen suyu verdi.
Çocukların, yaşlıların, hastaların, kadınların, erkeklerin bu suyu bilmeden içmelerine, kullanmalarına göz yumdu.
Çıkıp diyebilirdi ki, “Ey Ankaralılar, kente bu suyu vermek zorundayım ama içmeyin, sadece temizlik ihtiyaçlarınız için kullanın!”
Bunu deme gereğini bile duymadı.
Kendisi evinde, işyerinde eminim ki şişelenmiş sulardan içiyordur.
Çayını şişe suyuyla demliyor, yemeğini şişe suyuyla pişiriyordur.
Ankaralı gazetecilere önerim, belediye başkanının çöpünü bir karıştırmaları.
Başkan Bey’in evinin önündeki çöpten her gün bakalım kaç şişe çıkacak?
