Bu suça bakan da ortak!
İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin, hakkında verilen gensoru önergesinin görüşülmesi sırasında TBMM kürsüsünde şöyle konuştu:
“Bir Nevruz ki bir şeylerin bahanesi yapılmak isteniyorsa, sokaklar işgal edilmek, otobüs yakılmak, insanlar dövülmek isteniyorsa, onun adı Nevruz değil, başkaldırıdır. Biz bunu, açık söylüyorum, KCK’nın verdiği talimatları dinleyerek öğrendik. Bu tedbiri de almak zorundaydık. Bu resimlerde şu anda grupta olan bir hanım milletvekili var. Militanca, sokak sokak dolaşarak BDP bütün bu gösterileri, bu kışkırtmaları teşvik eden konumda oldu. İsteyerek mi oldular? Hayır, istemeyerek. Çünkü biz Nevruz’la ilgili genelgeyi yayınladıktan sonra aralarında geçen diyalog, bir milletvekili, ‘İyi ki yayınladı Bakan şu genelgeyi, meydan meydan dolaşacak, harap olacaktık, ne güzel şimdi bir günde bitireceğiz’ diyor”.
Bakan’ın bu sözlerinden anlıyoruz ki bazı BDP milletvekillerinin ya telefonları dinlenmiş ya da ortam dinlemesi yapılarak bazı görüşmeleri tespit edilmiş.
Bir milletvekilinin telefonlarının ya da bulunduğu ortamın dinlenmesi nasıl mümkün olabiliyor, anlayamadım. Milletvekilliği dokunulmazlığını takmayan savcılar ve mahkemeler mi var, yoksa polis ya da MİT mahkeme iznine gerek görmeden bu tür işleri kendi başına karar alıp mı yapabiliyor?
Öncelikle bunun açıklığa kavuşması gerekli. ABD’de Watergate diye hatırladığımız skandalın bir karbon kopyası bu ve İçişleri ve Adalet bakanları bunun hesabını vermek zorunda.
Tabii bir ikinci olasılık da var: KCK veya başka bir soruşturma nedeniyle alınmış bir yasal takip izni nedeniyle dinlenen bir ortama ya da telefon görüşmesine, söz konusu BDP’li milletvekillerinin de takılmış olmaları.
Eğer böyle bir durum varsa sormamız gereken şey de şu: İçişleri Bakanı’nın bundan nasıl haberi oldu?
Yasal süreçler işletilerek elde edilen iletişim tutanaklarını savcıdan başkasının görebilmesi mümkün olmamalı. Savcı, bir suç varsa bunu takip edecek, suç yoksa o tutanakları imha edecek, bu yasal bir zorunluluk.
Bu sürecin herhangi bir aşamasında bakan da olsa üçüncü kişilere bilgi verilmesi, dinleme tutanaklarının sızdırılması bir suç. Ve bu suçu işleyen de ya savcı ya da iletişimi tespit eden kolluk görevlileri olmalı. Ve hiç kuşkusuz ki bakan da bu suçun ortaklarından biri!
TBMM kürsüsünden itiraf edilen bu suç takipsiz mi kalacak? Böyle bir suç takipsiz kalırsa, o rejime demokrasi, o düzene hukuk devleti denebilir mi?
28 Şubat tutanaklarının açıklanması gerekiyor
GÜNLERDİR 28 Şubat soruşturması ile yatıp kalkıyoruz. Soruşturulan konunun ne olduğunu en açık biçimiyle Taha Akyol, dün Hürriyet’te yazdı. Şöyle diyor: “Generaller, MGK’da sadece görüş bildirip temennilerde mi bulunmuştur? Yoksa ‘darbe’ yapılacağı yolunda bir korku yaratarak hükümeti belli kararları almaya mı zorlamışlardır? Bu korkuyu, bu tehdidi güçlendirmek için siyaset dünyasında ve toplumda organize faaliyetler yapmışlar mıdır? Hükümeti çekilmek zorunda bırakmışlar mıdır?”
Bu sorular ile ilgili ciddiye almamız gereken ilk yanıtlar o gün yapılan Milli Güvelik Kurulu toplantısında nelerin konuşulduğunda yatıyor.
28 Şubat günü, askerler bu toplantıda Başbakan’ın önüne konulan kararlar alınmadığı takdirde bir “darbe” yaşanacağı ile ilgili bir konuşma yaptılar mı? Bunu açıkça söylemiş olmaları da gerekmez, ihsas etmiş olmaları bile yeterlidir diye düşünüyorum.
Bunu öğrenmemizin de bir tek yolu var: 28 Şubat tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantı tutanaklarının açıklanması!
MGK toplantısında konuşulanlar, yasalarımıza göre “gizli” ve açıklanmıyor ama MGK, eğer isterse bu tutanakları açıklayabilir.
Bir basın toplantısı yaparak bunu kamuoyuna açıklamaları da gerekmiyor. “Gizlilik” durumunu koruyarak bu tutanakları savcılara verebilir ve mahkemenin gizli oturumunda bu tutanaklar değerlendirilebilir.
Savcılar acaba bu tutanakları MGK Genel Sekreterliği’nden talep ettiler mi? Ettilerse nasıl bir yanıt aldılar?
Bunu gerçekten çok merak ediyorum!
İnsanların dininden sana ne?
İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin kırdığı potlarla, söylediği tuhaf sözlerle belli ki uzun yıllar hafızamızda yer edecek, bunun için hiçbir şeyden kaçınmıyor.
Bakın yine neler söyledi:
“Nusaybin’de BDP tarafından 2008’de yaptırılan kültür merkezinin duvarındaki Zerdüştlük ve Yezidilik inancına ait semboller. Bu yapı, PKK terör örgütünün kandırarak, kaçırarak, dağa, sınır ötesine, yurtdışına götürdüğü, eğittiği insanlara yaşattığı bir hayatın resmidir. Bu yapıda İslam inancı yoktur, yapının tek özü önce Müslüman olmamak, sonra hiçbir dine mensup olmamaktır, dinsizlik yapısıdır. Bu yapıda kesilmiş olan yayladaki koyun değil, örgütün avlayarak kestiği, mensuplarına yedirdiği domuzdur. Bu yapı inancı yok eden benim Kürt kardeşimin inancını, ahlakını, namusunu rencide eden yapıdır.”
Din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayrı tutmaya anayasası gereği çabalayan bir ülkenin İçişleri Bakanı mı konuşuyor, yoksa mahalle imamı mı anlayabilmek kolay değil.
Türkiye’de inançları gereği domuz etini yiyen binlerce vatandaşımız var. Kimin ne eti yediği, kimin hangi dine mensup olduğu ya da dinsiz olması Bakan’ı niye bu kadar ilgilendiriyor?
PKK’nın ne kadar kötü bir örgüt olduğunu anlatmak için başka örnek mi yok?