SEÇİMDEN bu yana yabancı gazetelerde yayımlanan haber-analizleri okurken aklıma iki şey geliyor:
Ya, yabancı yayın organları Türkiye’ye en kötü muhabirlerini yolluyorlar ve bunlar etraflarda ne olup bittiğini algılayabilecek ve bunu yazabilecek durumda değiller.
Ya da muhabirler buraya kafalarında bir önyargıyla geliyorlar ve kafalarındaki şablona uygun kişilerle konuşup, onları yazıyorlar.
Mesela New York Times “Türkiye’nin güçlü ordusunun ne yapacağı belli değil” diye yazıyor.
Sanki ordunun, demokratik seçim sonuçlarına bugüne kadar bir itirazı olmuş gibi!
Washington Post “halkın laik orduyu azarladığını” yazıyor. Bilmesek kendimizi başka bir ülkede zannedeceğiz.
Los Angeles Times “Seçimler Türkiye’nin Batı’yla ilişkileri üzerinde etkiye yol açabilir” diyor. Seçime giren partiler içinde en çok AB yanlısı olan AKP değilmiş gibi.
Buna karşın Alman gazetesi FAZ “Avrupa’ya açılım sürecek” diye yazmış.
Arap basını da bir álem: El Beyan “Türkiye laiklere isyan ediyor” diye yazıyor. Sanki bu seçim “laikler ile şeriatçılar” arasındaki bir seçimmiş gibi!
Belçika’dan Le Soir de aynı havada. “Türkiye’de laikler mağlup oldu” diyor. Bunu okuyunca yarın sabahtan itibaren Türkiye’ye şeriat geleceğini zannedebilir sıradan bir Belçikalı.
Rus Kommersant ise “Bu sonuçlarla cumhurbaşkanlığı krizi devam edecek” diye yazmış.
Türkiye’de yatırımları olan Ruslar, eğer bu gazeteye inanırlarsa yakında canları çok sıkılacak diye düşünüyorum.
Sorun en temelinde ülkemize gelen muhabirlerin sınırlı bir çevreye hapsolup kalmalarında gibi görünüyor bana.
Bu kadar yorum hatasının tekrarlanmasının bir başka nedenini bulamıyorum.
O çevrelerin kimlerden oluştukları da bir sır değil.
Gazetelerdeki köşeleri okursanız onların izlerini kolayca bulabilirsiniz.
Erdoğan CHP’nin başında olsaydı, ne olurdu?
DÜN sabah Hürriyet’ten bir grup gazeteci arkadaşımla sohbet ederken konu ilginç bir soruda düğümlendi: Bu seçim sonuçlarında liderlerin kişisel karizmalarının etkisi ne oldu? Mesela Recep Tayyip Erdoğan, aynı CHP’nin başında olsaydı bu oyu alabilir miydi?
Seçimlerden önce kaç kişiden şu sözleri dinlediğimin sayısını hatırlamıyorum: “Deniz Baykal olmasaydı CHP’ye oy verirdim.” Ya da “Deniz Baykal’a oy vermek içimden gelmiyor.”
Recep Tayyip Erdoğan’ın mitinglerini izleyen bazı arkadaşlarımın görüşü şu ki Erdoğan’ın halk üzerinde ilginç bir etkisi var.
Onu görmek ve bir kere dokunmak için bile insanların kendilerini parçaladıklarını anlatıyorlar.
Biliyoruz ki Doğu toplumlarında lider karizması denilen şeyin çok önemi var.
O liderin ne yaptığının, ne söylediğinin ve ne yapabileceğinin çok önüne geçebilen bir durum bu.
Ve daha da kötüsü hiçbir vasfa sahip olmayan bir kişi bile sırf karizmatik olduğu için bu kitleleri peşinde sürükleyebilecek güce ulaşabiliyor.
Türkiye’de geçmişte de bunun çok örneğini gördük.
Bana öyle geliyor ki bu seçim sonucunda Erdoğan’daki liderlik karizmasının rolünü de küçümsememek gerekiyor.
Seçim mağlubu partilerin bunu dikkate almalarında yarar var.
Pembe Panter’in ruhu şad olsun!
SEÇİMDEN önce yazdığım yazılardan birinde “seçimi kaybeden liderlerin aslında kazandıklarını anlatmalarına çok güldüğümü” söylemiştim.
Nitekim dün gazetelerde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a atfen yazılan “aslında ben değil merkez sağ kaybetti” sözleri bir mizah şaheseri niteliğini taşıyor.
Pembe Panter filmlerinin unutulmaz aktörü Peter Sellers konuşuyor sanki.
Bu sözler Baykal’ın “yakın çevresine” yaptığı değerlendirmeden alınmış. Ama benim bunca yıldan sonra hissettiğim o ki bu bizzat Baykal’ın gazetecilere “Benim ağzımdan yazmayın” diye söylediği bir şey.
Öte yandan dünkü basın toplantısında da şöyle söylüyor: “Türkiye’nin bu ortamında CHP’nin oylarını 1 milyon 200 bin civarında artırmasının bizim için çok büyük değeri vardır.”
Bu arada rakip parti oylarını 5 milyondan fazla artırmış, ondan bahis yok!
Ortaya çıkıyor ki Baykal “Uzaklarda yüzmenin tam zamanı şimdi” diyen şarkıyı hiç duymamış.